23 Nisan 2015 Perşembe

VİTAMİNLERİN YARARLARI















                  


 


 


                                              VİTAMİN NEDİR  


           Besinlerde az miktarda bulunan, vücutta yapılmayan, yağda ve suda eriyebilme özelliği bulunan, eksikliği çeşitli hastalıklara yol açan Maddelere verilen genel ad.


           Vitaminler besinlerimizde bulunmadığı zaman, metabolizmada bozukluklara yol açabilirler. Vitaminler vücudun Sağlıklı gelişimi, sindirim fonksiyonları, enfeksiyonlara karşı bağışıklık kazanması açısından oldukça gereklidir. Ayrıca vücudumuzun karbonhidrat, yağ ve proteini kullanmasını da sağlarlar.


            Vitaminler vücutta "yakılmaz", yani vitaminlerden doğrudan enerji ( kalori ) alınmaz. Vücut, her vitaminden gerekli olan miktarın kan dolaşımında sürekli mevcut olmasını sağlar. Suda çözünen vitaminlerin fazlası vücut sıvıları ile atılırken, yağda çözünen vitaminlerin fazlası ise yağ dokusunda depolanır. Depolandıkları için yağda çözünen vitaminlerin aşırı dozu zararlı olabilir.


             Özellikle vitamin A ve D'nin tüketiminde dikkatli olmak gerekir. Vitaminler bütün hücrelerde az miktarda depolanır. Bazı vitaminler ise büyük ölçüde karaciğerde depolanır. Örneğin karaciğerde depolanan A Vitamini hiç vitamin almayan bir kişiye 5-10 Ay kadar yetebilir ve karaciğerin D vitamini deposu dışarıdan hiç D vitamini almayan bir kişi için genellikle 2-4 ay kadar yeterlidir.


            Suda çözünen vitaminlerin vücutta depolanma oranı nispeten düşüktür. Bu, özellikle B vitaminlerinin birçoğu için geçerlidir. B kompleks vitaminleri eksik alan bir kişide bu eksikliğin belirtileri bazen birkaç günde ortaya çıkar. B12 vitamini bunun dışındadır, çünkü B12'nin karaciğerdeki deposu kişiye bir yıl veya daha uzun süre yetebilir. Suda çözünen bir başka vitamin olan C vitamininin yokluğu birkaç haftada belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabilir. C vitamini eksikliğinden kaynaklanan skorbüt hastalığı ise 20-30 hafta içinde ölümle sonuçlanabilir.


                                               Yağda Eriyen Vitaminler


 A, D, E ve K vitaminleridir .


                                               Suda Eriyen Vitaminler


B grubu vitaminler ile C vitaminidir .


                         Vitaminlerin önemi - Yararları - Nerelerde - Nelerde Bulunurlar


                         A vitamini


          A vitamini en çok balık, yumurta, tereyağı ve sarı renkli meyvelerde bulunur. Kilo alamama, boy kısalığı, gözün parlaklığını yitirerek aşırı kuruması, gözyaşının yetersiz salgılanması, kuru ve pullanmış deri, halk arasında tavuk  karası diye adlandırılan gece körlüğü görülür.


           A vitamini eksikliğinde gözde gece körlüğü gibi önemli bozukluklar ortaya çıkar. Deride kuruma ve döküntü görülür. A vitamini büyüme, kemik ve diş gelişiminde önemli rol oynar


          Enfeksiyonlara karşı direnci arttırır normal büyüme, üreme, kemik ve diş gelişimi, görme için gereklidir.


          Cildin tırnakların ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Diş ve dişetleri için büyük önem taşır .


                                                  A Vitaminin Bulunduğu gıdalar


        Balık, karaciğer, yumurta sarısı, tereyağı, peynir, domates, havuç, çilek ve yeşil sebzeler A vitaminince zengindir.


        Kayısı, kuşkonmaz, maydanoz, ıspanak, havuç, Kereviz , Marul, portakal, Erik, domateste bulunur.


                                             D vitamini


            D vitamini hem beslenme hem de güneş ışığı yoluyla alınır. Balık, peynir, süt, tereyağı ve yumurta sarısında bulunur. Eksikliği çocuklarda raşitizme neden olur. Kemiklerde kalsiyum ve fosfor dengesini düzenler. Huzursuzluk, baş terlemesi, kaşıntı, uyku bozuklukları, ileriki aşamalarda kas güçsüzlüğü ,kafatasında yumuşama, büyümüş bıngıldak, kafatası büyüklüğü , diş problemleri görülmektedir.


          D vitaminin ön maddesi besinlerle vücuda alınır. Bu ön maddeler güneş ışınları ile D vitaminini oluşturur. D vitaminini balık yağıyla doğrudan alabiliriz. D vitamini, kalsiyum ve fosforun emilmesini ve kemiklerde depo edilmesini sağlar. Balık, karaciğer, süt ve süt ürünleri, tereyağı, yumurta D vitamini bakımından zengindir.


           İnce bağırsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar .
                                       D vitaminin bulunduğu besinler


 Balık yağı, balık, yumurta, tereyağı, karaciğer, et, sebzeler, güneşte bulunur.


                                           E vitamini


             E vitamini antioksidan etkiye sahiptir, yara iyileştirmesini hızlandırır, damar sağlığını korur ve metabolik hızın arttığı okul ve ergenlik çağında vücudu zararlı maddelerden temizleyici özelliği vardır. Eksikliğinde anemi, ödem görülebilir. Tahıl ürünleri, balık, balık yağı, kuruyemişler, yumurta sarısı, yeşil yapraklı sebzelerde bulunur.


            E vitamini: Günlük yiyeceklerde çokça bulunduğundan eksikliği fazla görülmez. Deri sağlığını korur. E vitamini yeşil yapraklı sebzeler, karaciğer, tahıllar, et, süt ve bitkisel yağlarda bolca bulunur.


             Antioksidan etkilidir. Alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatıyor Yaşlı kişilerde bağışıklık sistemini güçlendirir. Hücrelerin daha uzun yaşamasını ve yenilenmesini sağlar .


                                          E Vitaminin bulunduğu yiyecekler


              Buğday, tohumlu besinler , soya fasulyesi yağı , Arı sütü, ceviz, marul, tere, kereviz, maydanoz, ıspanak, Lahana, mısır yağı, mısır, yulafta ,


                                           K vitamini


             K vitamini kanda pıhtılaşma için gerekli olan yeşil yapraklı sebzelerde bulunur. Normalde bağırsaklardaki bakteriler tarafından yapılır. Pıhtılaşma faktörlerinin sentezi için gereklidir. Eksikliğinde dişeti kanamaları görülebilir.


             K vitamini: K vitamini kanın pıhtılaşmasında önemli rol oynar. Karaciğer, balık, baklagiller, yeşil sebzeler, şeftali ve muzda bolca bulunur.


            Karaciğere gelen K vitamini burada üretilen bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımında rol alır. K vitamini takviyesi yalnızca kanamalı hastalarda verilir.


                                        K vitaminin bulunduğu yiyecekler


          ıspanak, kabak, marul, yeşil Domates, yeşil biber, inek sütü , peynir, tereyağı, yumurta, kırmızı et, Pirinç, karaciğer, mısır, muz, şeftali, çilek


            B vitamini: Tahıl, yumurta, süt ve süt ürünleri, kırmızı et ve sebzelerin çoğunda B vitamini bulunur. Protein, karbonhidrat ve yağların vücutta kullanımı ile ilgili görev yapar. Et, süt, süt ürünleri, tahıllı yiyecekler, taze sebzeler B vitamini yönünden zengin besinlerdir.


                                               B1 vitamini


          B1 sebzelerde, tahıllarda, baklagillerde, meyvelerde bulunur. Büyüme döneminde sinir sisteminin gelişimi ve hızlı metabolizma için B1 vitaminine ihtiyaç vardır. Eksikliğinde kusma, iştahsızlık, huzursuzluk, nefes almada zorluk, kalp çarpıntısı, morarma, kalp yetmezliği, merkezi sinir sistemi bozuklukları, kalp yetmezliği, ses kaybı, beriberi hastalığı görülebilir.


           Kasların ve sinir sisteminin faliyeti için gereklidir. Yetersizliğinde iştahsızlık, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması görülür.


           Buğday, kepek, bira mayası, taze sebze meyve, koyun eti, sığır eti, balık eti, yumurta, süt ,


                                             B2 vitamini


           B2 sakatatlarda, süt ve peynirde ve bazı yeşil sebzelerde bulunur. Eksikliği görme bozukluklarına, dudak kenarlarında çatlaklara, deri ve mukoza hastalıklarına yol açar.


            Eksikliğinde dilde kızarma, yanma hissi, ağız çevresi ve dudaklarda kızarma, tahriş, çatlaklar, gözlerde kaşıntı, yanma hissi, katarakt oluşumu, saçların dökülmesi, çocuklarda büyüme yavaşlaması, kilo kaybı, sindirim sorunları oluşur .


            Karaciğer, böbrek, Buğday unu, patates, et, süt, yumurta, peynir, kepek, yeşil sebzeler, havuç, fındık, yer fıstığı, Mercimek ,


                                           B3 vitamini


             B3 vitamini Yetersiz beslenme sonucu deriyi sinir sistemini tutan pellegra adlı hastalık ortaya çıkar. Hücrelerin oksijeni kullanabilmeleri için gereklidir. Midede sindirimin temel taşları olan asitlerin üretimini sağlar.


             Bira mayası, kepek, yer fıstığı, sakatat, kırmızı et, balık, buğday, baklagiller, un, yumurta, süt, limon, kabak, incir, portakal, hurma 


                                       B5 Vitamini 


            B5 vitamini Doğada bol olduğu için eksikliğine rastlanmaz. Ayrıca bir miktar bağırsaklarda da yapılmaktadır. Eksikliği kan şekerinde düşme, ellerde titreme, kalp çarpıntıya neden olur .


             Karaciğer, kırmızı et, tavuk, yumurta, Ekmek, sebzeler,


                                        B6 vitamini


            B6 eksikliğinde dilde şişme, göz, ağız ve burun çevresinde yağlanma görülür. Tahıllar, yumurta, et ve ciğer yoğun olarak B6 içerir.


             Sinir sistemi ve hormonların çalışmasını düzenler. Vücudun savunmasında Antikor ve Akyuvar oluşumunda rol oynar. Eksikliğinde migren tipi baş ağrısı, Kansızlık, ciltte kuruluk, görme problemleri, uyuşukluk, adale zayıflığı ve krampları oluşur .


             Karaciğer, böbrek, kırmızı et, balık, yumurta, ekmek, sebzeler ,


                                      B11 vitamini


              B11 vitamini Kırmızı kan hücreleri ve sinir dokularının oluşumunda aktif rol oynar. Hücre bölünmesi için gereklidir. Bu etkisi ile büyümeyi de sağlar. Anne karnındaki bebeğin sinir sisteminin gelişimi için de gereklidir. Eksikliğinde iştahsızlık, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal, baş ağrısı, unutkanlık, çarpıntı gibi bazı kalp sorunları oluşabilir .


               Karaciğer, böbrek, kırmızı et, ıspanak, marul, yumurta, ekmek, portakal, muz 


                                      B12 vitamini


                 B12 eksikliği sinir hücrelerini kaplayan beyaz bir madde olan miyelin kaybına neden olarak sinir sistemi sorunlarına ve anemiye yol açar. Et, balık, deniz ürünleri ve yumurtada bulunan bu vitamini süt ve süt ürünleri de az miktarda içerir.


                 Besinlerle veya sigara gibi alışkanlıklarla vücuda giren siyanürü etkisiz hale getirir. Eksikliğinde dilde hassasiyet, şişme, kızarma, hayal görme, Depresyon, adalelerde kasılmalar, sinir iltihaplarına bağlı olarak el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma şikayetleri oluşur .


               Karaciğer, yürek, böbrek, kırmızı et, tavuk, balık, süt, peynir, yumurta ,


                                                  C vitamini


                C vitamini turunçgiller, kuşburnu, brokoli, domates, biber, karnabahar ve ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzelerde bolca bulunur, dokular için kolajen üretimini sağlar.


                C vitamini: Diş ve diş eti sağlığı için gereklidir. Vücudun mikroplara karşı dirençli olmasında etkilidir. Portakal, mandalina, maydanoz, çilek, kuşburnu, lahana ve domates C vitaminince zengin besinlere örnek olarak verebiliriz.


                Vücudumuz C vitaminini üretemez bitkiler ve bazı hayvanlar bu vitamini üretebilmektedir. Besinlerle alınan vitamin 2 Saat içersinde kullanılır 4 saat sonunda kandan uzaklaşır. Yaraların iyileşmesini, damarların sağlıklı olmalarını sağlar. Vücudun savunma sistemini artırıcı etkisi vardır. Histamin yapımını azaltarak alerjik olayların şiddetini düşürür. Eksikliğinde diş eti kanamaları ve çekilmeleri olur.


               Siyah üzüm, narenciye, çilek, kavun, karpuz, yeşil biber, maydanoz, brokoli, havuç, soğan, bezelye ,


                                              VİTAMİNLERİN GÖREVLERİ


                  Vitaminler vücutta pek çok fizyolojik olayın sürdürülmesi için gereklidir. Pek çok enzim reaksiyonunda koenzim ya da kofaktör gibi rol alırlar. Bunun dışında antioksidan etkileri vardır. Bazı vitaminler de hormon olarak etki ederler.


                                         Vitaminler ve görevleri


          A Normal görme ve karanlığa adaptasyonda, sağlıklı cilt, saç, diş ve diş etlerinde önemlidir.


          D Kuvvetli diş ve kemikler için. Eksikliğinde kemik deformasyonu görülür.


         E Güçlü antioksidan özelliği ile hücre yıpranmasını ve yaşlanmayı yavaşlatır. Kalp ve damar hastalıkları riskini azaltır.


         B1 (Tiamin) Kalp, sinir sistemi ve kasların normal fonksiyonu için gereklidir. Eksikliğinde sindirim bozuklukları, aşırı hassasiyet (iritabilite), iştahsızlık gibi bozukluklar olabilir.


         B2 Sağlıklı cilt ve iyi görme için gereklidir. Eksikliğinde vücut direnci düşer, dudak çatlaklıkları, ağızda yaralar, egzama gibi cilt bozuklukları görülür.


        NIASIN Merkezi sinir sistemini destekler. Eksikliğinde çeşitli sinirsel hastalıklar ve deri hastalıkları olabilir.


         B5 (Pantotenik asit) Sinir sistemi, deri ve saç sağlığı için gereklidir.


         B6 (piridoksin) Sinir siteminin düzenli çalışmasına yardımcıdır. Hormonların fonksiyonlarında rolü vardır.Eksikliğinde gelişme geriliği, cilt bozuklukları, sinirsel bozukluklar görülür.


         B12 Kırmızı kan hücrelerin ve kemik iliğinin oluşumu ile sinir sisteminin normal fonksiyonları devam ettirmeleri için gereklidir. Eksikliğinde kansızlık, yorgunluk ortaya çıkabilir.

         FOLIK ASIT Hücrenin yapı taşlarının, kırmızı kan hücrelerinin, sinir dokularının oluşumunda etkilidir. Gebelikte görülen kansızlığın en büyük sebebi folik asit eksikliğidir. Folik asit ihtiyacı bebek gelişimine bağlı olarak yaklaşık 3 kat artar. Eksikliğinde kansızlık, hamilelikte bebeklerde gelişim bozuklukları söz konusudur




        C Bağışıklık sistemini destekler. Kemiklerin, dişlerin, kan damarlarının sağlıklı kalmasına yardımcıdır. Eksikliğinde vücut direncinin azalması, diş eti kanaması ve skorbüt oluşur.


 


                                                   Hangi Vitamin Hangi Besinde Bulunur?


 Kiraz: B1, B2, A, C vitaminleri ve malik asit.


 Hindistan cevizi: A, C vitaminleri.


 Kestane: A, B, C vitaminleri.


 Lahana: A, B1, B2, B6, C, E, K, P vitaminleri.


 Bakla: A, B1, B2, C, E, K vitaminleri


  İncir: A, B vitaminleri


 Çilek: A, B1, B2 C vitaminleri


 Mısır: A, B1, B2, E, K vitaminleri.


 Ağaç çileği: A, B, vitaminleri.


 Limon: B1, C, P vitaminleri


 Mandalina: A, B, C vitaminleri


 Kayısı: C vitamini


 Ananas: A, B1, B2, C vitaminleri


 Badem: B1, B2 vitaminleri


 Elma:A, B1, B2, C vitaminleri


 Nar: B1, C vitaminleri


 Kavun: A, B1, B2, C vitaminleri


 Arpa: B vitamini.


 Patates: A, B1, C vitaminleri


Şeftali: A vitamini


 Domates:v A, B1, B2, C vitaminleri


 Maydanoz: A, C, K vitaminleri


 Erik: A, B1, B2, C vitaminleri


 Frenküzümü: C vitamini ve malik asit.


 Kereviz: A, B1, B2, C, K vitaminleri


Ispanak: B1, B2, C, P, K vitaminleri


 Üzüm: A, C vitaminleri


 Enginar: C vitamini


 Su teresi: A, C, D vitaminleri


 Havuç: B, C, D, E vitaminleri


 Semizotu: C vitamini


 Roka: C vitamini


 Ayva: C vitamini


 Mercimek: Tüm B vitaminleri


 Ayı üzümü: A, C vitaminleri


 Avakado: A, D, e vitaminleri


 Pazı: A, C vitaminleri


 Biber: C (çok miktarda), B, B2, E vitaminleri


 


 Telif Hakları Ümraniye Belediyesi'ne aittir




http://ttarihimiz.blogspot.com.tr/

12 Nisan 2015 Pazar

HAZAR İMPARATORLUĞU





          Hazar Devleti, Kafkaslarda kurulan, Museviliği benimsemiş tek Türk devleti olma özelliğini taşır. Hazarlar, bugün Rusya ve Avrupa daki Musevilerin kökeninİ oluşturmaktadır.

          Hazar Devleti, Türk Tarihi açısından dikkatle ele alınması gereken dönemlerden biri olma özelliğini taşır. Zira Gök Tanrı ve İslam inancının dışında bir inanışa sahip az sayıda Türk Topluluklarından biridir. Hazarlar, Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’nın Doğusuna kadar olan Kafkasya bölgesinde hakimiyet kurmuş, Avrupa’nın önemli devletlerinden biri haline gelmiş, bölgedeki ticareti ve dönemin politikalarını şekillendiren önemli bir politik unsur olma özelliğini taşır.

         Hazarların devlet isminin kaynağı Kaz kökünden gelmektedir. Kaz (Kezen/Gezen), Er (Yiğit Kişi) anlamına gelir. Zaman içerisinde Kazer, Hazer ve Hazar olarak günümüz telaffuzu ile şekillenmiştir.

         Hazar Devleti, tarihi gelişimlerini yazılı olarak arşivlememiştir. Hazar Devleti dönemine ait bilgileri, ilişkide bulunduğu Rus, Bizans ve Arap tarihlerinde elde ettiğimiz bilgiler ile değerlendirebiliyoruz. Her ne kadar devleti yöneten Hanların isimlerini ve yönetim sürelerini bilemesek de, komşu devletler ile ilişkilerine ait pek çok detaya ulaşabiliyoruz.

       Hazarların Devlet yönetim ve teşkilatlanma şeklinin tam olarak Türk’lere özgü olduğunu tespit edebiliyoruz. Zira Bizans, Rus ve Arap kaynakları Hazarlardan açıkça Türkler olarak bahsetmiştir. Hazar toplumunun dini inancı, Göktürklerde de olduğu gibi Tek Tanrılı Gök Tanrı inancıydı. Devletin yönetim kademeleri de bu inancı benimsemiş olsalar da Hazarlarda dini tolerans oldukça üst seviyedeydi. Herhangi bir topluluk ya da devlet adamı arzu ettiği herhangi bir dini tercih edebiliyordu ve bu rahatsızlık oluşturmuyordu. Dini açıdan muhafazakâr olmayan Hazarlar, bu sebepten ötürü zaman içerisinde Museviliğe meyil ederek önce devlet kademesi ardındansa toplum Musevi inancını benimsemeye başladı. 740 yılından itibaren Museviliği benimsemeye başlayan Hazarların Musevilerle herhangi bir temasının olmaması, kuzeyden Hıristiyan Slavların, Doğudan yine Hıristiyan Bizansın, güneyden ise Müslüman Arapların arasında kalmalarından ötürü Museviliği tercih etmesine etken teşkil ettiği düşünülebilir.  Böyle bile olsa toplum içindeki Musevilik akımı zaman içerisinde yükselerek Hazarların önemli bir kısmının Musevi olması ile neticelenmiştir. Kimi Akademisyenler, Rusya, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve çevresindeki Musevi toplulukların kökeninin Hazar Toplulukları olduğunu kabul eder.

          Hazarlar Devleti’nin kökeni Sabir ve Batı Göktürk topluluklarıdır. Büyük Hun Devletinin yıkılmasından sonra hun bünyesindeki topluluklar M.Ö. 50’li yıllardan, M.S. 370 li yıllara kadar Hazar Denizi bölgesine doğru yoğun ve uzun süreli göçlere başlamışlardı. Bu topluluklar, daha önce Avrupa Hun Devleti (Attilla)  ve Ak Hun Devleti (Eftalitler) ni tarih sahnesine çıkarttılar. Avrupa Hunlarına tabi olan ve Hazar bölgesinde uzun süre varlıklarını sürdüren bu topluluklardan olan Sabirler Hazar Devletini kurmuş, Batı Göktürk’lerin yıkılmasıyla da bölgedeki diğer Göktürk Toplulukları Hazar Devleti bünyesine katılmıştır. Hazarların hanedanlık sülalesi Sabirlerden olan Ansa kabilesidir.

                                           Hazar Devletinin Kuruluşu (630)

            Hazar Devletini oluşturan esas unsurlardan olan Sabir toplulukları, Batı Göktürk devletinin zayıflamasıyla bölgesinde kendi hakimiyetini kurarak Hazar Devletini kurdular. Batı Göktürk’lerin zayıflamasıyla kendi bölgelerindeki politikalarda kısmen kendi başlarına yön veriyor ve hareket ediyorlardı. Zamanla önemli bir güç haline gelen Sabirler, 629 yılında Bizans İmparatoru Heraklios ile anlaşarak Azerbeycan ve Ermenistan hattını kontrol altına almaya başladılar. Bunun karşılığında Bizans için bir tehlike olan Sasanilerin üzerinde baskı kurarak Bizans için önemli bir tehlike olan Sasanileri Bizans’dan uzak tutmuş oldular. Hazarlar, kazandıkları bu güç ile Hazar Devletini kurmuş oldular. Göktürk topraklarının dışında bir bölgede kendi hakimiyetlerini kuran Hazarlar, 657 yılında Göktürk İmparatorluğunun yıkılmasıyla, Göktürk’lerin batı bölgesindeki Türk topluluklarını da bünyesine katarak Hazar Denizi ile Karadeniz’in Kuzeyi arasındaki bölgeye hâkim hale geldiler.
          Hazar Devletinin kurulduğu dönemlerde İslam Orduları Kuzeye doğru ilerlemekteydi. 634 yılında Sasani Devletini yıkan İslam Orduları, 651 yılında, Halife Hz. Ömer döneminde Kafkaslara doğru ilerleyerek Hazar Devleti ile ilk temasını kurdu. Oldukça güçlenen İslam Orduları, Derbent’i alarak Hazarların başkenti Belecer’e kadar ilerlediler. Hazarlar İslam Ordularını geri püskürtse de Başkentlerini İdil civarına doğru çekmek zorunda kaldılar. Ancak Halife Hz. Ömer’den sonra gelen Halife Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve Halife Hz. Ali’nin halifeliği almasıyla oluşan iç karışıklıklar İslam Ordularının Kafkaslar üzerinde daha fazla ilerlemesini engeller.

 
                                      Hazarların Yükselişi (665)

             Bölgesinde söz sahibi olmaya başlayan ve güç toplayan Hazarlar, 665 yılında Büyük Bulgarya Hanlığının yıkılması ve Bulgar Hanı Batbayan’ın tabi olmasıyla hem ordularını hem de sınırlarını büyütmüş oldular. Hazar Devleti, Büyük Bulgarya’nın tabi olmasıyla sınırlarını Diyenper’e kadar genişlettiler. Zamanla daha da güçlenen Hazarlar, 690 lı yıllarda Kırım’ı ele geçirip Azak denizi çevresinde hâkimiyet sağladılar. 700’e gelindiğinde hakimiyet alanlarını Hazar Denizinden Dinyester’e, Kafkasların güney eteklerinden Oka nehrine kadar olan bölgeye ve Kırım’ın tamamına hâkim hale geldiler.

            İslam Ordularının Kafkaslar üzerindeki ilerleyişi Hz. Ali’nin 661 yılında şehit edilmesiyle Arap topluluklarını yönetimi altına alan Muaviye döneminde tekrar hız kazanır. Hazarlar Muaviye yönetimindeki Emeviler ile uzun süreli mücadelelere girişecektir.

           Bizans’da 695 yılında tahttan indirilen 2. Justinianos, kırımdaki Gotların yanına kaçmıştı. Gotlar onu Kırım Han’ı Busir’e teslim ettiler. Busir, 10 yıl kadar kendisine sığınan Justinianos’u 704 yılında kız kardeşi ile evlendirir. Ancak 705 yılında, Bizans İmparatoru 2. Tiberius, Justinianos’u ölü yada diri getirene büyük armağanlar vaad etmesiyle Justinianos’un ölüm emrini verir.  Hakkında ölüm emri çıkartılan Justinianos, karısının da yardımıyla Hazarlardan kaçarak, Bizansa komşu olan bir başka Türk Devleti olan Tuna Bulgar Devleti Han’ı Tervel’e sığınır ve Tervel Hanın yardımıyla Bizans Tahtına geçer.

              Busir Han, 710 yılında Bizansın kontrolünde olan Cherson’u ele geçirir. Bunun üzerine Justinianos da Busir’in üzerine yürür ve Cherson’u geri alır. Ancak Cherson’lu isyancılar Busir Han’ın desteğiyle Kırımı geri aldılar. Busir – Justinianos ihtilafı ile Bizans Hazar ilişkileri daha da kötüye giderek düşmanlık hat safhaya çıkmıştır.

             Hazarlar üzerinde sürekli baskı kurma politikası yürüten Bizans, Emevilerin (Arapların) 717 yılındaki İstanbul kuşatması nedeniyle Hazarlar üzerindeki baskılarını geri çekmek zorunda kaldılar. Hazar Devleti, Bizans baskısının azalmasıyla, aynı yıl Şirvan’a girip bugünkü Azerbeycan topraklarının büyük bölümünü kontrolü altına aldı. Bu dönemden sonra Emeviler ve Hazarların Kafkaslar üzerindeki mücadeleleri süreklilik kazandı. Mücadelenin gerçekleştiği güney Kafkaslardaki bölgenin kontrolü Hazarlar ve Emeviler arasında el değiştirmiş ancak Kafkaslara ilerleyememişlerdir.  Hazar Devleti, 731 yılında gücünü toplayarak Emevilerin üzerine yoğun bir akın düzenledi. Bu saldırıyla Emevileri ağır bir yenilgiye uğratarak Musul önlerine kadar ilerlediler ancak akabinde tekrar güç toplayan Emeviler, Sait El Haraşi önderliğinde tekrar Hazarlara saldırarak Azerbaycan önlerine kadar olan bölgeyi tekrar hakimiyetleri altına aldılar.

               Emeviler, 732 yılından sonra halife olacak olan Mervanı, Hazar sınırı olan Azerbeycan – Ermenistan bölgesine vali tayin ettiler. Mervan döneminde Emeviler büyük başarılar elde ederek hâkimiyetlerini güçlendirdiler ve Hazarları baskı altına tutmaya başladılar. Hazar Devleti üzerinde kesin hâkimiyet kurmayı amaçlayan Emeviler, Hazarların üzerine yürüyerek birkaç şehri ele geçirip çok sayıda esir aldılar. Hazar Devleti, Emevi  hakimiyetini ve İslamı kabul etmeleri şartı ile bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Ancak Emevilerin bölgeden çekilmesinden sonra Hazarlar eski inanışlarına geri dönmüşlerdir. Hazarların Emeviler üzerine son akınları Harun Reşit döneminde gerçekleşti. Bu mücadelede kazanan Emeviler, güney kafkasyaya hakim hale geldiler. Bu tarihten sonra Hazar Devleti ile Emeviler arasında savaşlar meydana gelmemiş, barış hâkim olmuştur. 
            Hazar Devleti hem Bizansla hem Emevilerle mücadele halindeydi. Ancak Emevilere karşı Bizans ile iş birliği içerisindeydi. Emevilere karşı ortak mücadele dönemi Hazarlar ile Bizans arasında iyi ilişkiler oluşturmaya başladı. Bizans İmparatoru 3. Leon zamanında da devam eden bu iyi ilişkiler, 3. Leon’un oğlu 4. Konstantin’in Hazar Hanı Biharın kızıyla evlenmesiyle akrabalık bağı haline geldi. Bu evlilikten doğan Leon, 775 yılında Bizans tahtına çıktı. Bu akrabalık bağı ile başlayan ili ilişkiler neticesinde Hazar Devleti ile Bizans arasında ticaret gelişti.

              Hazarlar için Kırım önemli bir bölgeydi. Kimi zaman Kırım’ı yönetimi altına alsa da tekrar kaybeden Hazar Devleti, 787 yılında Güney Kırımdaki Doros (Mangup) kalesini ele geçirerek Kırım’da hakimiyet sağlayan Gotların hakimiyetine son vererek kendi bünyesine kattı. Bölgedeki hâkimiyetini iyice güçlendiren Hazar Devleti, 8. Ve 9. YY’larda sınırlarını Batı ve Kuzey bölgelerine doğru genişlettiler. Bu güçle Doğu Avrupada’ki hemen her kavimden vergi alır, ticareti yönetir ve bölgesel politikaları kontrol altında tutar duruma geldiler.

             859 yılına gelindiğinde Hazarlar, Kafkaslara sonradan gelen Slav boylarıyla da ilişki içerisindeydiler. Bugünkü Doğu Rusya topraklarındaki bölgeye yerleşen Slav kabileleri, Polyan, Severyan, Radimic ve Vyatiç’den  ev başına 1 sincap kürkü ve gümüş para vergi alınmaktaydı. Slavların lideri olan Runik’den sonra yerine geçen Novrogod Knezi Oleg, bu duruma son vermek için 884 yılında Slav kabilelerinden Severyan’lara baskı kurarak Hazar Devletine vergi vermemelerini istedi. Oleg’in bu girişimi Hazar Devletini zor durumda bıraktı. Güç birliği yapan Slav kabileleri de  güç toplamaya başladılar.

           892 yılına, daha da güçlenen Slav kabileleri, 55 gemiyle Hazar Denizine inerek Müslüman toplulukların bulunduğu Taberistan ve Abiskon bölgelerine asker indirerek yağma hareketleriyle ganimetler topladılar. Hazar Hanının izniyle yaptıkları bu sefer dönüşünde elde ettikleri ganimetlerden Hazarlara vergilerini de ödemişlerdir ancak Hazar Devletinin askerleri içerisinde Müslüman olanlar hakandan izin alarak Müslüman bölgelerini yağmalayan Slavların üzerine saldırdılar. Daha çok intikam amacı güden bu saldırı neticesinde Slavlar yenilgiye uğratılarak Slavların Müslüman bölgeler üzerindeki etkileri de o dönem için engellenmiş oldu.

            Bizans ile girilen iyi ilişkiler, Romanos Lekapenos döneminde (932) ,bizansın Yahudiler ülkede kurduğu baskı nedeniyle bozulmuştur. Bizansın Yahudiler üzerindeki baskısı nedeniyle Hazar Devletine sığınan Yahudiler, Bizans ile Hazar Devletinin arasının açılmasına sebep oldu. Bizansın politikalarına karşılık olarak, Hazarlarda bünyesindeki Hıristiyanlar üzerinde baskı kurmaya başladı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru Romanos, Kiev Knezi İgor ile Hazarlara karşı işbirliğine gittiler. İgor, Hazarların üzerine yürümek için diğer Türk toplulukları olan Uz, Peçenek, As ve Alan kabileleri ile anlaşarak kışkırttı ve birlikte Hazarların üzerine saldırdılar. Hazarlar bu saldırıyı püskürtmüş olsalar da Diğer Türk Toplulukları ile ilk mücadelelerine girişmiş oldular. Bu tarihten sonra Hazar bünyesindeki pek çok boy Hazarlara karşı isyan ve mücadele halinde olmuşlardır.

                               Hazar Devletinin Zayıflaması ve Yıkılması (935 – 1030)

                  900’lü yıllardan itibaren Slavlar Hazar bölgelerinde yürüttükleri ticari faaliyetlerle güç kazanmaya başlarlar. Slavlar, sahip oldukları ticari güç ile Kiev bölgesini hâkimiyetleri altına alarak bu bölgeye yerleşmeye başlarlar. Hazar Devleti, Bizansın Baskıları, kendisine bağlı olan Türk Boylarının isyanları ve Slavların güç kazanmasıyla oldukça zayıflamaya ve gücünü yitirmeye başladı. Slavlar, bölgelerindeki güçlerini sağlamlaştırmak ve hâkimiyet alanlarını genişletmek amacıyla Hazarlar ile mücadeleye giriştiler. Uzun mücadeleler sonunda Diyenper Nehri üzerinden Karadenize inen ticaret yolunun hakimiyetini ele geçirdiler ve bu bölgedeki Slav kavimlerini Hazarlardan kopartarak kendilerine tabi hale getirdiler. Güçlenen ve diğer Slav kabilelerinide bünyesine katan Slavlar Devlet haline gelerek Hazarların yıkılmasında etkin rol oynadılar.

                 935 yılında, Slav Knezi olan İgor, hazarların Tmutarakan şehrine saldırdı. Eş zamanlı olarak Bizansın da Slavların yardımıyla Kırıma saldırıp Kırımın bir bölümünü ele geçirmesi Hazarları zor durumda bıraktı. Hazar Kağanı Aeron, 939 yılında Kırıma yürüse de bölgeyi tahrip etmiş ancak Kırımı geri alamamıştır.

               965 yılına gelindiğinde Slavların Hazarlar üzerine yoğun akınları başladı. Hazar Devletinin yıkılmasında temel etken olan Slavların bu saldırısıyla Slavlar Sarkel’i alarak güneye ilerlediler, Peçenek ve Uz boylarını Hazarlara karşı kışkırttılar. 950 li yıllara kadar büyümesini devam ettiren Hazar Devleti, 950 lerden itibaren Slavların kışkırtması ve işbirliğiyle kendilerine bağlı olan Türk Kabilelerinden de saldırılar almaya başladılar.

              Aynı dönemde Volga boylarında Hazar Yönetimi altında teşkilatlanan Macarlar, Arpad Hanedanlığını kurdular. Hazar yönetiminden ayrılan Bulgarlar ve Peçenekler, Arpad Hanedanlığının üzerine yürüyerek hanedanlığı yıktılar. Arpad Hanedanlığının yıkılmasıyla bugünkü Macaristan bölgesine yerleşen Macarlar, bugünün Macaristan’ının temellerini oluşturmuşlardır.

              Gerek Slavların Devlet haline gelmesi ve yoğun saldırıları, gerekse Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak, kabilelerinin Slavlarla işbirliği yaparak üzerine yürümesi Hazarları oldukça zayıflattı. Oluşan zafiyet neticesinde diğer Türk Toplulukları da birer birer Hazar hâkimiyetinden çıkmaya başladılar.

             Tarih kaynaklarında Hazarların yıkılışı 965 olarak geçer. Oysa Slavların Kerç boğazını ve Kuban sahillerini ele geçirmesinden sonra, Hazarlar varlıklarını Azak ve Kırım civarında sürdürürler. 1016 yılına kadar bu bölgede zayıflamış halde Hanlıklarını devam ettirseler de, Bizans ve Slavlar işbirliği yaparak Tmutarakan bölgesine saldırırlar. Bu savaştan sonra Hazarların son hakanı olan Georgius Tzul, esir edildi. Hakan, Hristiyanlığı kabul ederek Arbon unvanını aldı. Hakansız kalan Hazar toplulukları, Derebeyliğe geçerek bir süre daha varlıklarını sürdürdüler. Peçenekler, 1030 yılında bu Derebeyliklerini de yıkınca Hazar Devleti son bulmuş oldu.

                   Hazar Devletinin Yıkılmasıyla, tabi bulunan topluluklar, Kırım, Hazar Denizi civarı ve Kafkaslar bölgesine göç ederek asimile oldular ve tarih sahnesinden silindiler. Pek çok Akademisyen, bugün Doğu Avrupada ve Batı Rusyada yaşayan Musevilerin Hazar kökenli olduğunu düşünmektedir.
                                                  Medeniyet



                Bazı kaynaklara göre Göktürk, bazı kaynaklara göre Rus veya İbranî yazısı kullandıkları söylenen Hazarlardan günümüze kadar, ancak iki adet yazılı belge kaldı. Bunlardan birisi, Hazar hakanı Yusuf bin Harun tarafından, Endülüslü Musevî devlet ve bilim adamı Hasday bin İshak bin Şaprût'a gönderilen mektuptur (960). Öteki ise bilinmeyen Hazarlı bir Musevî tarafından, hakan Yusuf zamanında (931-965) yazılan bir mektubun, Mısır'da Keniset-el-Şâmi'de bulunan parçalarıdır. Birinci mektupta, hakan Yusuf, şeceresini saymakta, Musevî dinine girmekle ilgili bilgiler vermektedir. Mektupta ayrıca, Hazar ülkesinde yaşayan boyları, bunların yaşayış tarzını anlatan cümleler vardır. Mektuptan anlaşıldığına göre Hazarlar, yarı göçebe, yarı şehir hayatı yaşarlardı.

               Nitekim, bu bilgileri bazı Arap kaynakları da doğrular. Genellikle yazın çadırlarda, kışın şehirlerde oturuyorlardı. En ünlü şehirleri, Etil, Saksın, Belencer, Sarkil ve Semender'di. Başkent Etil'in, İdil ırmağı kıyısında kurulduğu sanılır. Şehrin batı kesimine Etil (Sarığşın da denir), doğu kısmına Hazarân (Hanbalığ da denir) deniliyordu. Irmağın ortasında, şehrin iki yakasına dubalı köprülerle bağlı bir Ada vardı. Şehrin batı bölümü, doğu bölümüne göre daha genişti. Burada hakanın tuğladan yapılmış sarayı vardı. Şehrin uzunluğu 25 km idi ve dört kapılı bir surla çevrilmişti. Şehir, dağınıktı. Evler, Türklerin derme evleri (hargâh, büyük çadır da denir) denen, ağaçtan yapılmış ve üstleri keçe ile örtülü türdendi. Onlar, bu evlere odâde adını veriyorlardı. Pek azı kerpiçten yapılırdı. Hakandan başka hiç kimse tuğla ev yapamazdı. Şehirde ayrıca çarşı ve hamamlar vardı. Sarkil şehrinde yapılan son kazılardan, şehrin dikdörtgen biçimli; ev yapımında kullanılan tuğlaların, Asya kaynaklı olduğu anlaşıldı.

                Hazar hakanları, savaşlarda, odâde denilen, çadırlı bir arabaya binerlerdi. Arabanın her tarafı halılarla döşenir, üzerinde sırmalarla örtülü bir kubbe yükselirdi. Kubbenin üstünde, altından yapılmış bir armut bulunurdu. Gelinlerin çeyiz arabaları da, hakanın savaş arabasını andırırdı. Bu arabaların on tanesinin kapıları Altın ve Gümüş levhalarla kaplı olurdu. Arkadan gelen 20 Araba ile her türlü çeyiz eşyası, altın ve gümüş kaplar taşınırdı. Hazarlar, ölülerini suya atarlardı. Bazı söylentilere göre sonraları, ölüleri yakmağa başladılar. Bir hakan öldüğünde her birinde birer kabir bulunan 20 odalı bir ev yapılırdı. Kabirler, ufalanmış taş tozu ile döşenir, içine kireç veya mine konulurdu. Gömme işi bittikten sonra, hakanı gömenler de öldürülerek, öteki odalara gömülürlerdi. Bu iş, hakanın hangi odaya gömüldüğünün bilinmemesi için yapılırdı. Bu geleneğin, Hunlar'da da sürdürüldüğünü gösteren belgeler vardır. Hakanın kabir odası, baştan başa, altınla işlenmiş kumaşla örtülür; bütün işler bittikten sonra suyun altında kalacak şekilde, nehrin suyu kabir eve boşaltılır ve yapı iyice Su altında kalır; böylelikle artık, hakanın cesedine insan, şeytan, kurt ve böceklerin zarar veremeyeceğine inanılırdı. Hazar hakanlarından hiçbirinin mezarının bulunamayışı, kendilerinin bu gömme geleneği yüzündendir.

                                                            Ekonomi

 Etil şehri, Güneydoğu Avrupa ile Asya arasındaki bir alışveriş merkeziydi. Bu şehirde, çeşitli dinlere bağlı yerli halktan başka, ticaret için gelmiş yabancılar da otururlardı. Şehir pazarlarında, çeşitli ülkelerden, çeşitli yerlerden gelen mallar değiş-tokuş edilir, satılırdı. Saksın şehrinde alışveriş, kurşun paralarla yapılırdı. Ayrıca, ekin denilen kumaş paralar (kâğıt para benzeri) da kullanılırdı. Hazarların başlıca ihraç malı, bir çeşit tutkaldı, öteki ticaret mallarının çoğu, Rus ve Bulgar ülkelerinden gelen Maddelerdi. Büyük şehirlerin çevrelerinde geniş bahçe ve bağlar vardı. Yerli halk, yazın çadırlarda şehir dışına çıkar, tarımla uğraşırdı. Hazarların, milletlerarası ihraç malları arasında, Hazar süngüleri, Hazar eğerleri, Hazar zırhları önemli yer tutardı. Hazar kılıçları, Ruslar arasında da biliniyordu. Hakanlar, Bulgar ilteberliğinden her evden, her yıl bir samur vergisi alırlardı. Ayrıca, ticaret kervanları ve gemileri, onda bir oranında vergi öderlerdi. Hazar Denizinden gelen gemilerden de gümrük vergisi alınırdı.

 

                                                                         Din

 Hazarlar, uzun zaman, Şaman dinine bağlı olarak yaşadılar. Ancak, Bizans ve Araplarla olan sıkı ilişkiler, hakanlarla soylu ailelerin Musevîliği benimsemeleri, her üç dinin de ülkede yayılmasına yol açtı. Müslümanlığı da (732-800), Musevîliği de (800-965) resmî din olarak benimsemişlerdir. Hıristiyanlık, resmî din olmadı, ancak, Arran metropoliti İsrail'in çalışmaları (677-703) sonucu, bu din de ülkede geniş ölçüde yayıldı. Halk, daha çok Müslüman ve Hıristiyan; hanlar, tarhanlar ve onlara yakın çevreler Musevî idi. Hazar'da yedi başkadı vardı. Bunlardan ikisi Müslümanların, ikisi Hıristiyanların, ikisi Musevî Hazarların, biri de öteki dinlere bağlı olanların işlerini görüyorlardı. Başkent Etil'de (X. yüzyıl), 10 cami vardı. Müslüman halkın sayısı 10 000 kadardı. Genellikle Bizans sınırındaki ve Kırım'daki Hazarlar Hıristiyan, Dağıstan ve Aşağı İdil'de oturanlar Müslüman idi. Hıristiyanlar (VIII. yüzyıl), teşkilât olarak yedi piskoposluğa ayrılmışlardı.

 

                                                                   Yönetim Şekli

 Hazarların devlet teşkilâtında, çifte krallık düzeni uygulanıyordu. Devlet başkanı olan hakan, doğrudan doğruya devlet işlerine karışmıyor, devleti sembolik olarak temsil ediyordu. İdare, onun nâibi olan Hakanbeh'in elinde bulunuyordu. Ancak, hakanbehi değiştirmek, görevinden almak, her zaman, asıl hakanın yetkileri arasındaydı. Buna karşılık, orduları, ülkeyi yöneten, savaş açabilen, hakanbeh idi. Vilayetlerle ilgili işler, memleketin Adalet ve iç işleri de onların elindeydi. Büyük hakan da denilen asıl hakanın saltanat süresi, kırk yılı aşamazdı. Bu süre içinde hakan, kendiliğinden ölmezse, maiyeti "bunadı", "aklı azaldı" gerekçesiyle onu kendi elleriyle öldürürlerdi. Hakan, düşmana karşı giden ordudan kaçıp dönenleri cezalandırır, ordu savaşta yenilirse, Hakanbeh'in gözleri önünde, onun kadın ve çocuklarıyla mallarını başkalarına dağıtırdı. Hakanbehlere, tarkan, yabgu da denilirdi
                                           KAYNAK

 

  TurkTarihim.Com -DİYADİNNET.COM




 

AVAR İMPARATORLUĞU









           6. yüzyıl - 9. yüzyıl arasında yaşamış Avarlar  Günümüzde Dağıstan da yaşıyan yerli Avarlar Kafkasya Avarları

          Orta Asya'da Juan-juan adıyla bilinen, Avarların kökenleri konusunda kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak son ilmî araştırmalar, Avarların iki kavim unsuruna dayandığını ortaya koymuştur. İşte bugün, bunlardan en az birinin Türk kökenli olduğunu söyleyebilmekteyiz. Ayrıca Avrupa'da büyük etkiler bırakan Avar topluluklarının da bu Türk unsurlara dayandığı söylenebilir.

          Avarlar, 552 yılında Göktürk devletinin kurulması üzerine, İç Asya'daki yurtlarını terk ederek batıya doğru kaçmışlardı. Önce Kafkasya'da görünen Avarları Bizanslılar, Uarhunit (Avar-Hun) diye adlandırmışlardır. Burada Bizans ile vardıkları bir anlaşma ile 558'de Sabar devletine son verdiler. Bu sayede Volga (İtil) ırmağından Tuna'ya kadar olan sahada hâkimiyet kurmuşlardır. Ancak Göktürklerin baskısı ile burada fazla tutunamayarak önlerine çıkan bir kısım Slâv kabilelerini yenerek, Onogur (Bulgar), Otrigur, Kutrigur gibi Türk asıllı kavimleri de sürükleyerek Karadeniz'in kuzeyinden Tuna nehri boylarına kadar ilerlediler. Bu sırada Bizans'a elçiler göndererek, Bizans arazisinde yerleşebilecekleri bir yer istediler. Bizans, Göktürk baskısı yüzünden, Avarların bu isteklerine çekingen davranmıştır.

           567 yılında Macar ovasına gelen Avarlar, bu bölgede yaşayan güçlü Germen kavimlerinden Gepidleri dağıtmış, Lombardlar'ı da İtalya'ya göçe mecbur etmişlerdir. Böylece Avarlar, Macar ovasına tek başlarına hâkim oldular.

          Bu sırada Avarların başında meşhur Bayan Han bulunuyordu. Avarların bu başarısından sonra Macaristan'ın tamamı, tarihte ilk defa olarak, tek bir siyasî güç etrafında toplanıyordu. Ayrıca, Avarların hâkimiyeti altında bulunan Slâvlar, tarihlerinde ilk defa, tek bir siyasî idare altında bir araya gelmiş oluyorlardı.

         Bu tarihten sonra Avarların Bizans'a yöneldiklerini görüyoruz. Trakya ve Makedonya'da büyük akınlar yapan Avarlar, iki defa Selânik'e kadar ilerlemişler ve şehri kuşatmışlardı. Avar askerî baskıları sonunda Bizans, ancak onlarla büyük meblağlar tutan yıllık vergiler ödemek suretiyle barışı sağlayabiliyordu.

        Bir ara Avarlar, İstanbul'u kuşatarak, Bizans'a korkulu anlar yaşatmışlardı (626). Bu tarih Avar hâkimiyetinin zayıflamaya başladığı zamana rastlar. Zira bu esnada Avarların hâkimiyetinde bulunan Slâv kabileleri ve Türk asıllı Bulgarlar ayaklanmışlardır. 679 yılında Tuna Bulgar devletinin kurulması da Avar devletini sarsmıştır. Buna rağmen Avarlar varlıklarını IX. yüzyılın başına kadar koruyabilmişlerdir. 776-803 yılları arasında, bir yandan Frank kralı Büyük Şarl, bir yandan da Bulgar hükümdarı Kurum Han'ın Avarlara karşı giriştikleri saldırılar, Avar devletinin sonu olmuştur.

        Avarların Avrupa kavimleri üzerinde, önemli etkileri olmuştur. Avrupa kavimleri, özellikle de Slâvlar, devlet yönetimi ve askerlik konusunda Avarlardan çok şey öğrenmişlerdir. Üzengiyi ilk defa Avrupa'ya getirenler de Avarlar olmuşlardır

       Avarlar, Orta Asya kökenli bir kavimdir. Önce 3.-6. yüzyıllar arasında Asya`da, ardından 6.-9. yüzyıllar arasında Doğu Avrupa`da devlet kurdular. Avrupalıların Avar adını verdiği bu kavmi Çinliler "Juan-Juan" (Cücen), Türkler "Apar" olarak adlandırıyordu.

        Çin kaynaklarında “Juan Juan”, Arap ve Bizans kaynaklarında Avar olarak adlandırılan bu Türk kavmi, Göktürkçede Apar olarak adlandırılıyordu. Apar adı karşı koyan manasına gelmektedir.

       Asya Büyük Hunlarına bağlı boylardan doğan bu kabile, Uar ve Kun olmak üzere iki büyük kabileye dayanmaktadır. Avarlar, 6. yüzyıl sonlarında bugünkü Moğolistan, İç Moğolistan ve Koreye kadar olan toprakları içine alan büyük bir devlet kurdular. Bu dönemdeki Türklerin yönetimini üstlendiler.

         552 yılında Göktürkler Avar hakimiyetine son verince Avar sülaleleri batıya doğru göçtüler. 558 yılında Sibir Türkleriyle karşılaştılar ve Sibirleri yağmaladılar. Karadenizin kuzeyinden geçerek bugünkü Romanya ve Slovakya topraklarına girdiler. Bizansın boşluğundan yararlanarak Balkanları denetimi altına aldılar.

                                       Avrupa Avarları Tarih (560- 805)

        Göktürkler tarafından yerlerinden edilen Avarlar, önlerine çıkan Sibirleri sürerek Kafkasya bölgesine ulaştılar.  560 yılında Macaristan merkez olmak üzere büyük bir devlet kurdular. Bu tarihte Avarların başında Bayan Han bulunuyordu. Bayan Han döneminde Franklar yenilgiye uğratıldı. Bizans topraklarına girilerek Sırbistan ve Makedonya`daki sınır kaleleri ele geçirildi. 592 yılında İstanbul`u kuşatmak için Çorluya gelen Bayan Han, Bizansta büyük endişeye yol açtı. Avarlar, 619 ve 626 yılında İstanbulu iki kez kuşattılar. 2. kuşatmayı Sasanilerle ortaklaşa yapmışlardır.

        750 yıllarında zayıflayan devlette, Türk soylu Bulgarlar Balkanlara geldiler ve bugünkü Bulgaristanın temelini attılar. 791 yılında Şarlman `ın karşısında başarısız oldular. Tuna havzasını Slavlara kaptırdılar. Avarların bir kısmı hristiyanlığı kabul ederek Slavlaştılar; bir kısmı Bulgarlara katıldılar. Bir kısmıda diğer Türk boylarının içine karıştılar. Bir kısmıda Bizanslılar tarafından askeri amaçla alındılar.

                                                           Bayan Han
            565`te tahta çıkan Bayan Kağan döneminde Avarlar güçlerinin zirvesine ulaştılar. Bayan Kağan 568`de Macaristan`ın tümünü ele geçirdi. Burada yaklaşık 250 yıl ayakta kalacak olan Avar İmparatorluğu`nu kurdu. Belgrad`ı da alarak Tuna kıyılarını yağmaladı. Bizansı art arda yenilgiye uğrattı. Orta Avrupa`da 7. yüzyılda da üstünlüğünü sürdüren Avarlar, 617 ve 626 yıllarında iki kez Bizans`ın merkezini (İstanbul) kuşattılar. Ama bu kuşatmalardan bir sonuç alamadan döndüler. 8. yüzyılda egemenlikleri altındaki kavimlerin ayaklanmaları, Avarların zayıflamalarına yol açtı.

 
                                                  Devlet yapısı ve ordu

Devletin başında kağan adı verilen bir hükümdar vardı. Avarlar kendilerine bağladıkları kavimleri sınır bölgelerine yerleştiriyorlardı. Avarlarda devlet örgütlenmesi tümüyle askeri temellere dayanıyordu. Avar ordusu atlı ve yaya birliklerinden oluşuyordu. Atlı birlikleri Avarlardan, yaya birlikleri ise Avarlara bağlı Slavlar, Germenler gibi Avrupalı kavimlerden kurulmuştu.

                                                              Din

Avarların dini Gök Tanrı dini idi. Daha sonra dinleri Müslümanlığa dönüşmüştür.

                                              Avar Kağanları

                                       Bilinen İmparatorları :

  Bayan Kağan (565 - 602)

Tudun I (791 - 803)

Zodan (803 - 805)

Thedorus (805 - ?)

Abraham (? - ?)

Tudun II (? - 835)

                                            Egemenlik Alanı

               Kapladığı Alan: Volga`dan bütün Macaristan`a kadar olan saha ile Güney Rusya ve Eflak Boğdan bölgeleri. Finlandiya kıyıları.
                                 Avarların Türk ve Dünya tarihine katkıları

         Germen ve Slav kavimlerinin tarihi yapısını etkilediler.

       İki kez İstanbulu kuşattılar.İlk İstanbul`u kuşatan Türk imparatorluğudur.

        200 yıllık egemenlik kuran Avarlar, Slav halkları üzerinde etkili oldular ve Slav boylarını tuna boylarına ve Balkanlara yerleştirdiler.

       Bugünkü slav toplulukların oluşmasında temel rol oynamışlardır. Orta Avrupa ve Doğu Avrupanın etnik yapısı ortaya çıkmıştır.

        Slav devletleri, devlet teşkilatlanmalarını ve askeri örgütlenmelerini Avarlardan öğrenmişlerdir.

        Özellikle süvari okçularının savaşlarda büyük avantaj kazanmasını sağlayan üzengiyi Avrupa`ya getirmişlerdir.

       Germen kavimleri bir müddet  Avar etkisinde kalmıştır.

        Günümüzde yapılan bazı araştırmalar Slovenlerin, Hırvatların ve Slovakların atalarının Avarlar olduğuna yöneliktir.

                                                     Kaynak

                  Bu sayfa, online kullanıcı topluluğu tarafından oluşturulan ve düzenlenen özgür ansiklopedi projesi Wikipedia'nın Türkçe versiyonu Vikipedi'deki Avrupa Avar İmparatorluğu maddesinden faydalanılarak veya ilgili madde birebir kopyalanarak hazırlanmıştır. Bu makale, GNU Özgür Belgeleme Lisansı ilkeleri kapsamında, Vikipedi sitesi kaynak gösterilerek özgürce kullanılabilir.

 




http://ttarihimiz.blogspot.com.tr/

9 Nisan 2015 Perşembe

SEBZELERİN VÜCUDUMUZA FAYDALARI



                                                    DOMATESİN FAYDALARI
              Bol ve çeşitli vitaminleri, mineralleri ve faydalı organik asitleri ile tıbbi değeri çok yüksek bir sebze olan domatesin, vücuda kükürt, fosfor ve organik sodyum verdiğini vurgulayan uzmanlar, bir domatesteki C vitamininin, tavsiye edilen günlük miktarın yüzde 50'sinden fazla olduğunu bildiriyor.

 
            Uzmanlar, domatesin damarları yumuşattığını, kanı durulttuğunu, üre miktarını düşürdüğünü, vücudu gençleştirdiğini belirterek, kalp, karaciğer, böbrek bozuklukları ve şekerliler için çok faydalı olduğunu ifade ediyor.

            Domatesin, böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktürdüğünü ifade eden uzmanlar, vücutta biriken üre asidi ve ürat tuzlarını eriterek idrarla dışarı attığını, vücutta biriken suyu boşalttığını kaydediyor. Uzmanlar, kansere tutulmamak için domatesin iyi bir sebze olduğunu bildiriyor.

             Domatesin C ve E vitaminleri içerdiğini, zengin bir potasyum kaynağı olduğunu ve çok az miktarda tuz bulunduğunu söyleyen uzmanlar, yüksek kan basıncını düşürmeye yardımcı olduğunu ve vücudun su tutmasını engellediğini ifade ediyor. Domatesin hazmı kolaylaştırdığını, özellikle nişastalı yiyeceklerin (hamur işleri, kuru erzak) kolay sindirilmesini sağladığını vurgulayan uzmanlar, kabuk ve çekirdekleriyle bağırsakları harekete geçirdiğini ve pekliği giderdiğini belirtiyor

             Bol ve çeşitli vitaminleri, mineralleri ve faydalı organik asitleri ile tıbbi değeri çok yüksek bir sebze olan domatesin, vücuda kükürt, fosfor ve organik sodyum verdiğini vurgulayan uzmanlar, bir domatesteki C vitamininin, tavsiye edilen günlük miktarın yüzde 50'sinden fazla olduğunu bildiriyor.

              Domatesin C ve E vitaminleri içerdiğini, zengin bir potasyum kaynağı olduğunu ve çok az miktarda tuz bulunduğunu söyleyen uzmanlar, yüksek kan basıncını düşürmeye yardımcı olduğunu ve vücudun su tutmasını engellediğini ifade ediyor. Domatesin hazmı kolaylaştırdığını, özellikle nişastalı yiyeceklerin (hamur işleri, kuru erzak) kolay sindirilmesini sağladığını vurgulayan uzmanlar, kabuk ve çekirdekleriyle bağırsakları harekete geçirdiğini ve pekliği giderdiğini belirtiyor

                                          SAĞLIĞIMIZA YARARLARI

               Yukarıda görülen ve bazıları gerçekten önemli olan besin değerlerinin yanı sıra;

               Domates, zengin oranlardaki A, C ve E vitamin gibi antioksidan içeriğiyle, kansere yakalanma rizikosunu azaltır: Bu bağlamda, başta meme ve prostat kanserlerini sayabiliriz.

              Aynı nedenle domates, kalp hastalıklarına yakalanma, felç geçirme ve katarakt illetine tutulma tehlikesini de azaltmaktadır.

              İçerdiği flavon bileşikleri ve lisopen adlı maddeyle sağlığımızı koruyucu bazı etkiler yapar: Yapılan bazı araştırmalar, domatesin akut apandisiti önlediğini ortaya koymuştur.

             Sağlığımıza pek yararlı bu etkilerinden yararlanılmak üzere domates, günlük diyetimize katılması ve bol bol tüketilmesi uzmanlarca öğütlenmektedir.

                                                    Domatesin Diğer Faydaları

                Vitamin ve Mineral Desteği: Vücudumuz için gerekli vitamin ve mineraller bakımından oldukça zengin olan domates C, A, E, K, B1, B2, B3, B5, B6 vitaminlerinin yanı sıra potasyum, magnezyum, demir ve fosfor minerallerini içerir.

              Yüksek kan basıncını düşürmede oldukça faydalıdır. Domatesin içinde oldukça zengin bulunan C vitamini, E vitamini ve potasyum ve çok az tuz sayesinde kan basıncını ayarlayabilmektedir.

            Safra ve böbrek taşlarının düşürülmesine yardımcı olur.

             Kanser ve kalp hastalıklarına karşı koruma sağlar. Felç ve katarakt riskini azaltır.

             Kalbi hastalıklara karşı koruyan likopen maddesi domatesin %85'inde bulunur. Likopen aynı zamanda sperm sayısını ve hareketliliğini olumlu yönde etkiler.

             Hazmı kolay olan domates özellikle nişastalı yiyeceklerin hazmını kolaylaştırır.

             Yüksek oranda bulunan C vitamini sayesinde nezle ve gribe karşıda koruma sağlar.

            Mide ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar ve kabızlığı giderir.
            Romatizma ve nikriste faydalıdır
            Damar sertliğini giderir.
            Nasırların sökülmesine yardımcı olur ve çıbanların olgunlaşmasını sağlar.
           Arı sokmalarına ve yanık tedavilerine destek olur.

           İsilik ve mayasıla iyi gelir.

           Midesi zayıf ve böbrek ve mesanelerinde iltihap olanlar mutlaka domates suyu içmeliler.

 

 

                                                 SALATALIĞIN FAYDALARI



 
                 Çok iyi bir B vitamini kaynağıdır. İçerdiği B vitamini sayesinde duygusal ve zihinsel sağlığı korumaya yardım eder.

              Salatalığın yüzde 95 i sudur. Bu yüzden vücuttaki toksinlerin kolaylıkla dışarı atılmasını sağlar.
            Kansere karşı mücadelede yardım eder. Özellikle meme kanseri, yumurtalık kanseri, prostat kanseri, rahim kanseri ve kolon kanseri gibi kanser türlerine yakalanma riskini azaltır.



             Ağız kokusunu hafifletir. Ağır şekilde ağız kokusuna sebep olacak yiyecekler yedikten sonra bir dilim salatalık ağzınıza alın damağınıza yapıştırın ve 30 saniye kadar bekleyin. Daha sonra ağız kokusunun geçtiğini fark edeceksiniz. Çünkü salatalık ağız kokusu neden olan bakterilerin ölmesini sağlar.

           Vücudu nemlendirir ve günlük vitamini ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılar.

           Özellikle B vitamini içerdiği için deri, göz, ağız, saç ve karaciğer sağlığını korumaya yardımcı olur.

           Kıkırdak ve kemik yapısına korur.

          Cilde doğal bir parlaklık verir.

         Gözlerdeki koyu halkalara, gözlerin şişmesine karşı kullanılabilir.

         Yüksek tansiyon yani hipertansiyona karşı fayda sağlar.

          İdrar söktürücü özelliği vardır.
         Salatalık Yüksek oranda C vitamini, potasyum ve magnezyum içerir.



         Hıyar kabızlık sorununu çözmeye yardım eder.
        Kan basıncını düzenler.


        Lif açısından oldukça zengindir.



        Vücut ısısını dengede tutar.

      Sindirim sistemine katkı sağlayarak hazımsızlığı önler.

       İyi bir karbonhidrat kaynağıdır ve yüksek oranda folik asit içerir.

       Bahçenizde bulunan bitkileri salyangozlar ve benzeri zararlılar mahvediyorsa küçük bir kasenin içine birkaç dilim salatalık yerleştirin. Bahçeye bu kaseyi koyun. Zamanla zararlıların bitkilerden uzak durduğunu fark edeceksiniz.

        Salatalığı aynaları ovmak için de kullanabilirsiniz. Güzel kokmalarına ve temizlenmelerine sebep olacaktır.

       Selülitlerden kurtulmak için de kullanabilirsiniz. Selülit olan bölgeleri birkaç dilim salatalık ile yer çekimine karşı şekilde ovabilirsiniz. Bu şekilde daha sıkı ve selülitsiz bir görünüme kavuşabilirsiniz.

        Ayakkabılarınızı parlatmak için de bu şifalı bitkiyi kullanabilirsiniz. Ayakkabılarınız salatalık ile ovulunca güzel ve parlak bir görünüm sağlayacaktır.

       Musluk ve lavaboları da salatalık dilimi ile ovabilirsiniz. Temizlik ve parlaklık sağlayacaktır.

       Karaciğer, böbrekler ve safra kesesi için de iyi bir toniktir.

       Saç ve tırnak yapısını kuvvetlendirir.

       Mesane iltihabı için kullanılabilir.

        Salatalık derideki yağ tabakasını ortadan kaldırır.

 

                                                       FAYDALARI

 

        Kanı temizler,

        Karaciğeri ve böbrekleri çalıştırarak idrar söktürür,

       Son derece az kalorisi ile diyetlerin vazgeçilmez sebzesidir,
      Gerek kahvaltıda gerekse diğer öğünlerde hepimizin severek yediği salatalık, sıcak yaz günlerinde yapılan soğuk cacığı ile mükemmel bir ferahlatıcıdır,



     Bağırsakları yumuşatır ve kabızlığı giderir. Basura iyi gelir,

     Harareti keser. Sinirleri yatıştırır,

     Yorgunluğu giderir,

      Romatizma ağrılarını hafifletir. Uykusuzluğa iyi gelir,

     Kolesterolü düşüren salatalık kalp ve damar hastalıklarına vücudu korur,

      Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini arttırır,

      Böbrek hastalıkları ile bağırsak iltihabı ve gut hastalığında faydalıdır,

      Ter bezlerinin sağlıklı çalışmasına yardımcı olur,

       Salatalık, idrarla birlikte vücuttaki üre asidi ve ürat tuzlarını eritip dışarı atar,

       Et yemeklerinin verdiği susuzluğu keser,

       Düzenli olarak yenen rendelenmiş, bal ilave edilmiş salatalık sarılığa iyi gelir,

       Diş ve diş eti hastalıklarına karşı salatalık suyu önerilmektedir,

      Salatalıkta bulunan yüksek sülfür miktarı sayesinde saçların uzamasına yardımcı olur,

      Mineralli yapısı cildin ve tırnakların bakımı için müthiş bir kaynaktır.

      Salatalık; taze olarak, haşlanarak ya da turşusu yenir. Kabuğuyla yenildiğinde besin değerleri korunmuş olur.



 

                                        YEŞİL VE SİVRİ BİBERİN FAYDALARI
                Yukarıda görülen ve bazıları oldukça yüksek olan besin değerlerinin yanı sıra;



                Biberler, içerdikleri antioksidan ve diğer maddelerle bedenin birçok kanser türüne ve kalp hastalıklarına yakalanma rizikosunu azaltır; felç geçirme ve katarakt illetine tutulma tehlikesini en aza indirger.

              C vitamini yönünden zenginliği sayesinde biberler, bedenin hastalıklara direncini artırır, soğuk algınlığının ilk aşamasında iyileştirici olur.

              Biberler, içerdiği yüksek orandaki lif nedeniyle pekliğe (kabızlığa) iyi gelir.

             Özellikle acı biberler akciğerlerin ilacı olur: Balgam söktürücü işlevleri vardır; kronik bronşit ile anfizemi önler ve hafifletir; solunum zorluklarını giderir.

            Gene acı biber, damarlarda pıhtılaşmış kanı çözer, ağrı geçirir ve hastaların kendisini iyi duyumsamalarını sağlar.

            Ayrıca tüm biberler mideyi uyarır, sindirim salgılarını artırır. İştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır. İdrarı artırır, tüm bedeni uyana olurlar.

            C vitamini içeriği ile iyi bir antioksidan besin olan ayrıca yüksek miktarda lif içeriği ile de çok sağlıklı olan yeşil biberi sofralarınızdan eksik etmeyin” diyor Diyetisyen Seçil Kenar ve yeşil biberin faydalarını anlatıyor.

          Ülkemizde dolmalık, sivri ve çarliston olarak yetişen yeşil biberi yemeklerde ve salatalarda bol bol kullanmak gerekiyor. Yeşil biberin içerisinde bol miktarda C vitamini, beta karoten, A, P, K, B1, B2 ve E vitamini mevcut. A, E ve C vitaminleri içerdiği için antioksidan özelliği yüksek bir sebze olduğu için sağlığımız üzerine çok olumlu etkileri var.

          İçeriğinde antioksidan vitaminler olduğu için yaşlanmayı geciktirir, enfeksiyonlara karşı vücudu korur, vücudumuzun temizlenmesinde yardımcıdır.

          Kansere karşı etkilidir.

          Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.

          İçeriğindeki P vitamini atardamar ve toplardamar sağlığı için önemlidir. Damarların yumuşamasına ve kanamaya karşı etkilidir. Kalp ve damar sağlığı için önemlidir. Kalp hastalıklarından korur.

         İçeriğinde ki K vitamini kanamaları azaltır.

         İçeriğinde yoğun lif bulunduğu için kabızlığı azaltır.

         Düşük kalori içeriği ile çiğ şeklinde salata ve yemeklere tüketilmesi tokluğu arttırdığı için kilo vermeye yardımcıdır.

         İçeriğinde ki A ve C vitamini göz sağlığı için çok faydalıdır.