Hazar Devleti, Kafkaslarda kurulan, Museviliği benimsemiş
tek Türk devleti olma özelliğini taşır. Hazarlar, bugün Rusya ve Avrupa daki Musevilerin
kökeninİ oluşturmaktadır.
Hazar Devleti, Türk Tarihi açısından dikkatle ele alınması
gereken dönemlerden biri olma özelliğini taşır. Zira Gök Tanrı ve İslam
inancının dışında bir inanışa sahip az sayıda Türk Topluluklarından biridir.
Hazarlar, Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’nın Doğusuna kadar olan Kafkasya
bölgesinde hakimiyet kurmuş, Avrupa’nın önemli devletlerinden biri haline
gelmiş, bölgedeki ticareti ve dönemin politikalarını şekillendiren önemli bir
politik unsur olma özelliğini taşır.
Hazarların devlet isminin kaynağı Kaz kökünden gelmektedir.
Kaz (Kezen/Gezen), Er (Yiğit Kişi) anlamına gelir. Zaman içerisinde Kazer,
Hazer ve Hazar olarak günümüz telaffuzu ile şekillenmiştir.
Hazar Devleti, tarihi gelişimlerini yazılı olarak
arşivlememiştir. Hazar Devleti dönemine ait bilgileri, ilişkide bulunduğu Rus,
Bizans ve Arap tarihlerinde elde ettiğimiz bilgiler ile değerlendirebiliyoruz.
Her ne kadar devleti yöneten Hanların isimlerini ve yönetim sürelerini
bilemesek de, komşu devletler ile ilişkilerine ait pek çok detaya
ulaşabiliyoruz.
Hazarların Devlet yönetim ve teşkilatlanma şeklinin tam
olarak Türk’lere özgü olduğunu tespit edebiliyoruz. Zira Bizans, Rus ve Arap
kaynakları Hazarlardan açıkça Türkler olarak bahsetmiştir. Hazar toplumunun
dini inancı, Göktürklerde de olduğu gibi Tek Tanrılı Gök Tanrı inancıydı.
Devletin yönetim kademeleri de bu inancı benimsemiş olsalar da Hazarlarda dini
tolerans oldukça üst seviyedeydi. Herhangi bir topluluk ya da devlet adamı arzu
ettiği herhangi bir dini tercih edebiliyordu ve bu rahatsızlık oluşturmuyordu.
Dini açıdan muhafazakâr olmayan Hazarlar, bu sebepten ötürü zaman içerisinde
Museviliğe meyil ederek önce devlet kademesi ardındansa toplum Musevi inancını
benimsemeye başladı. 740 yılından itibaren Museviliği benimsemeye başlayan
Hazarların Musevilerle herhangi bir temasının olmaması, kuzeyden Hıristiyan
Slavların, Doğudan yine Hıristiyan Bizansın, güneyden ise Müslüman Arapların
arasında kalmalarından ötürü Museviliği tercih etmesine etken teşkil ettiği
düşünülebilir. Böyle bile olsa toplum
içindeki Musevilik akımı zaman içerisinde yükselerek Hazarların önemli bir
kısmının Musevi olması ile neticelenmiştir. Kimi Akademisyenler, Rusya, Doğu
Avrupa, Kafkaslar ve çevresindeki Musevi toplulukların kökeninin Hazar
Toplulukları olduğunu kabul eder.
Hazarlar Devleti’nin kökeni Sabir ve Batı Göktürk
topluluklarıdır. Büyük Hun Devletinin yıkılmasından sonra hun bünyesindeki
topluluklar M.Ö. 50’li yıllardan, M.S. 370 li yıllara kadar Hazar Denizi
bölgesine doğru yoğun ve uzun süreli göçlere başlamışlardı. Bu topluluklar,
daha önce Avrupa Hun Devleti (Attilla)
ve Ak Hun Devleti (Eftalitler) ni tarih sahnesine çıkarttılar. Avrupa
Hunlarına tabi olan ve Hazar bölgesinde uzun süre varlıklarını sürdüren bu
topluluklardan olan Sabirler Hazar Devletini kurmuş, Batı Göktürk’lerin
yıkılmasıyla da bölgedeki diğer Göktürk Toplulukları Hazar Devleti bünyesine
katılmıştır. Hazarların hanedanlık sülalesi Sabirlerden olan Ansa kabilesidir.
Hazar Devletinin Kuruluşu (630)
Hazar Devletini oluşturan esas unsurlardan olan Sabir
toplulukları, Batı Göktürk devletinin zayıflamasıyla bölgesinde kendi
hakimiyetini kurarak Hazar Devletini kurdular. Batı Göktürk’lerin
zayıflamasıyla kendi bölgelerindeki politikalarda kısmen kendi başlarına yön
veriyor ve hareket ediyorlardı. Zamanla önemli bir güç haline gelen Sabirler,
629 yılında Bizans İmparatoru Heraklios ile anlaşarak Azerbeycan ve Ermenistan
hattını kontrol altına almaya başladılar. Bunun karşılığında Bizans için bir
tehlike olan Sasanilerin üzerinde baskı kurarak Bizans için önemli bir tehlike
olan Sasanileri Bizans’dan uzak tutmuş oldular. Hazarlar, kazandıkları bu güç
ile Hazar Devletini kurmuş oldular. Göktürk topraklarının dışında bir bölgede
kendi hakimiyetlerini kuran Hazarlar, 657 yılında Göktürk İmparatorluğunun
yıkılmasıyla, Göktürk’lerin batı bölgesindeki Türk topluluklarını da bünyesine
katarak Hazar Denizi ile Karadeniz’in Kuzeyi arasındaki bölgeye hâkim hale
geldiler.
Hazar Devletinin kurulduğu dönemlerde İslam Orduları Kuzeye
doğru ilerlemekteydi. 634 yılında Sasani Devletini yıkan İslam Orduları, 651
yılında, Halife Hz. Ömer döneminde Kafkaslara doğru ilerleyerek Hazar Devleti
ile ilk temasını kurdu. Oldukça güçlenen İslam Orduları, Derbent’i alarak
Hazarların başkenti Belecer’e kadar ilerlediler. Hazarlar İslam Ordularını geri
püskürtse de Başkentlerini İdil civarına doğru çekmek zorunda kaldılar. Ancak
Halife Hz. Ömer’den sonra gelen Halife Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve Halife
Hz. Ali’nin halifeliği almasıyla oluşan iç karışıklıklar İslam Ordularının
Kafkaslar üzerinde daha fazla ilerlemesini engeller.
Hazarların Yükselişi (665)
Bölgesinde söz sahibi olmaya başlayan ve güç toplayan
Hazarlar, 665 yılında Büyük Bulgarya Hanlığının yıkılması ve Bulgar Hanı
Batbayan’ın tabi olmasıyla hem ordularını hem de sınırlarını büyütmüş oldular.
Hazar Devleti, Büyük Bulgarya’nın tabi olmasıyla sınırlarını Diyenper’e kadar
genişlettiler. Zamanla daha da güçlenen Hazarlar, 690 lı yıllarda Kırım’ı ele
geçirip Azak denizi çevresinde hâkimiyet sağladılar. 700’e gelindiğinde
hakimiyet alanlarını Hazar Denizinden Dinyester’e, Kafkasların güney eteklerinden
Oka nehrine kadar olan bölgeye ve Kırım’ın tamamına hâkim hale geldiler.
İslam Ordularının Kafkaslar üzerindeki ilerleyişi Hz.
Ali’nin 661 yılında şehit edilmesiyle Arap topluluklarını yönetimi altına alan
Muaviye döneminde tekrar hız kazanır. Hazarlar Muaviye yönetimindeki Emeviler
ile uzun süreli mücadelelere girişecektir.
Bizans’da 695 yılında tahttan indirilen 2. Justinianos,
kırımdaki Gotların yanına kaçmıştı. Gotlar onu Kırım Han’ı Busir’e teslim
ettiler. Busir, 10 yıl kadar kendisine sığınan Justinianos’u 704 yılında kız
kardeşi ile evlendirir. Ancak 705 yılında, Bizans İmparatoru 2. Tiberius,
Justinianos’u ölü yada diri getirene büyük armağanlar vaad etmesiyle
Justinianos’un ölüm emrini verir. Hakkında
ölüm emri çıkartılan Justinianos, karısının da yardımıyla Hazarlardan kaçarak,
Bizansa komşu olan bir başka Türk Devleti olan Tuna Bulgar Devleti Han’ı
Tervel’e sığınır ve Tervel Hanın yardımıyla Bizans Tahtına geçer.
Busir Han, 710 yılında Bizansın kontrolünde olan Cherson’u
ele geçirir. Bunun üzerine Justinianos da Busir’in üzerine yürür ve Cherson’u
geri alır. Ancak Cherson’lu isyancılar Busir Han’ın desteğiyle Kırımı geri
aldılar. Busir – Justinianos ihtilafı ile Bizans Hazar ilişkileri daha da
kötüye giderek düşmanlık hat safhaya çıkmıştır.
Hazarlar üzerinde sürekli baskı kurma politikası yürüten
Bizans, Emevilerin (Arapların) 717 yılındaki İstanbul kuşatması nedeniyle
Hazarlar üzerindeki baskılarını geri çekmek zorunda kaldılar. Hazar Devleti,
Bizans baskısının azalmasıyla, aynı yıl Şirvan’a girip bugünkü Azerbeycan
topraklarının büyük bölümünü kontrolü altına aldı. Bu dönemden sonra Emeviler
ve Hazarların Kafkaslar üzerindeki mücadeleleri süreklilik kazandı. Mücadelenin
gerçekleştiği güney Kafkaslardaki bölgenin kontrolü Hazarlar ve Emeviler
arasında el değiştirmiş ancak Kafkaslara ilerleyememişlerdir. Hazar Devleti, 731 yılında gücünü toplayarak
Emevilerin üzerine yoğun bir akın düzenledi. Bu saldırıyla Emevileri ağır bir
yenilgiye uğratarak Musul önlerine kadar ilerlediler ancak akabinde tekrar güç
toplayan Emeviler, Sait El Haraşi önderliğinde tekrar Hazarlara saldırarak
Azerbaycan önlerine kadar olan bölgeyi tekrar hakimiyetleri altına aldılar.
Emeviler, 732 yılından sonra halife olacak olan Mervanı,
Hazar sınırı olan Azerbeycan – Ermenistan bölgesine vali tayin ettiler. Mervan
döneminde Emeviler büyük başarılar elde ederek hâkimiyetlerini güçlendirdiler
ve Hazarları baskı altına tutmaya başladılar. Hazar Devleti üzerinde kesin
hâkimiyet kurmayı amaçlayan Emeviler, Hazarların üzerine yürüyerek birkaç şehri
ele geçirip çok sayıda esir aldılar. Hazar Devleti, Emevi hakimiyetini ve İslamı kabul etmeleri şartı
ile bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Ancak Emevilerin bölgeden
çekilmesinden sonra Hazarlar eski inanışlarına geri dönmüşlerdir. Hazarların
Emeviler üzerine son akınları Harun Reşit döneminde gerçekleşti. Bu mücadelede
kazanan Emeviler, güney kafkasyaya hakim hale geldiler. Bu tarihten sonra Hazar
Devleti ile Emeviler arasında savaşlar meydana gelmemiş, barış hâkim olmuştur.
Hazar Devleti hem Bizansla hem Emevilerle mücadele
halindeydi. Ancak Emevilere karşı Bizans ile iş birliği içerisindeydi.
Emevilere karşı ortak mücadele dönemi Hazarlar ile Bizans arasında iyi
ilişkiler oluşturmaya başladı. Bizans İmparatoru 3. Leon zamanında da devam
eden bu iyi ilişkiler, 3. Leon’un oğlu 4. Konstantin’in Hazar Hanı Biharın
kızıyla evlenmesiyle akrabalık bağı haline geldi. Bu evlilikten doğan Leon, 775
yılında Bizans tahtına çıktı. Bu akrabalık bağı ile başlayan ili ilişkiler
neticesinde Hazar Devleti ile Bizans arasında ticaret gelişti.
Hazarlar için Kırım önemli bir bölgeydi. Kimi zaman Kırım’ı
yönetimi altına alsa da tekrar kaybeden Hazar Devleti, 787 yılında Güney
Kırımdaki Doros (Mangup) kalesini ele geçirerek Kırım’da hakimiyet sağlayan
Gotların hakimiyetine son vererek kendi bünyesine kattı. Bölgedeki hâkimiyetini iyice güçlendiren Hazar Devleti, 8.
Ve 9. YY’larda sınırlarını Batı ve Kuzey bölgelerine doğru genişlettiler. Bu
güçle Doğu Avrupada’ki hemen her kavimden vergi alır, ticareti yönetir ve
bölgesel politikaları kontrol altında tutar duruma geldiler.
859 yılına gelindiğinde Hazarlar, Kafkaslara sonradan gelen
Slav boylarıyla da ilişki içerisindeydiler. Bugünkü Doğu Rusya topraklarındaki
bölgeye yerleşen Slav kabileleri, Polyan, Severyan, Radimic ve Vyatiç’den ev başına 1 sincap kürkü ve gümüş para vergi
alınmaktaydı. Slavların lideri olan Runik’den sonra yerine geçen Novrogod Knezi
Oleg, bu duruma son vermek için 884 yılında Slav kabilelerinden Severyan’lara
baskı kurarak Hazar Devletine vergi vermemelerini istedi. Oleg’in bu girişimi
Hazar Devletini zor durumda bıraktı. Güç birliği yapan Slav kabileleri de güç toplamaya başladılar.
892 yılına, daha da güçlenen Slav kabileleri, 55 gemiyle
Hazar Denizine inerek Müslüman toplulukların bulunduğu Taberistan ve Abiskon
bölgelerine asker indirerek yağma hareketleriyle ganimetler topladılar. Hazar
Hanının izniyle yaptıkları bu sefer dönüşünde elde ettikleri ganimetlerden
Hazarlara vergilerini de ödemişlerdir ancak Hazar Devletinin askerleri
içerisinde Müslüman olanlar hakandan izin alarak Müslüman bölgelerini
yağmalayan Slavların üzerine saldırdılar. Daha çok intikam amacı güden bu
saldırı neticesinde Slavlar yenilgiye uğratılarak Slavların Müslüman bölgeler
üzerindeki etkileri de o dönem için engellenmiş oldu.
Bizans ile girilen iyi ilişkiler, Romanos Lekapenos
döneminde (932) ,bizansın Yahudiler ülkede kurduğu baskı nedeniyle bozulmuştur.
Bizansın Yahudiler üzerindeki baskısı nedeniyle Hazar Devletine sığınan
Yahudiler, Bizans ile Hazar Devletinin arasının açılmasına sebep oldu. Bizansın
politikalarına karşılık olarak, Hazarlarda bünyesindeki Hıristiyanlar üzerinde
baskı kurmaya başladı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru Romanos, Kiev Knezi İgor
ile Hazarlara karşı işbirliğine gittiler. İgor, Hazarların üzerine yürümek için
diğer Türk toplulukları olan Uz, Peçenek, As ve Alan kabileleri ile anlaşarak
kışkırttı ve birlikte Hazarların üzerine saldırdılar. Hazarlar bu saldırıyı
püskürtmüş olsalar da Diğer Türk Toplulukları ile ilk mücadelelerine girişmiş
oldular. Bu tarihten sonra Hazar bünyesindeki pek çok boy Hazarlara karşı isyan
ve mücadele halinde olmuşlardır.
Hazar Devletinin Zayıflaması ve Yıkılması (935 – 1030)
900’lü yıllardan itibaren Slavlar Hazar bölgelerinde
yürüttükleri ticari faaliyetlerle güç kazanmaya başlarlar. Slavlar, sahip
oldukları ticari güç ile Kiev bölgesini hâkimiyetleri altına alarak bu bölgeye
yerleşmeye başlarlar. Hazar Devleti, Bizansın Baskıları, kendisine bağlı olan
Türk Boylarının isyanları ve Slavların güç kazanmasıyla oldukça zayıflamaya ve
gücünü yitirmeye başladı. Slavlar, bölgelerindeki güçlerini sağlamlaştırmak ve
hâkimiyet alanlarını genişletmek amacıyla Hazarlar ile mücadeleye giriştiler.
Uzun mücadeleler sonunda Diyenper Nehri üzerinden Karadenize inen ticaret
yolunun hakimiyetini ele geçirdiler ve bu bölgedeki Slav kavimlerini
Hazarlardan kopartarak kendilerine tabi hale getirdiler. Güçlenen ve diğer Slav
kabilelerinide bünyesine katan Slavlar Devlet haline gelerek Hazarların
yıkılmasında etkin rol oynadılar.
935 yılında, Slav Knezi olan İgor, hazarların Tmutarakan
şehrine saldırdı. Eş zamanlı olarak Bizansın da Slavların yardımıyla Kırıma
saldırıp Kırımın bir bölümünü ele geçirmesi Hazarları zor durumda bıraktı.
Hazar Kağanı Aeron, 939 yılında Kırıma yürüse de bölgeyi tahrip etmiş ancak
Kırımı geri alamamıştır.
965 yılına gelindiğinde Slavların Hazarlar üzerine yoğun
akınları başladı. Hazar Devletinin yıkılmasında temel etken olan Slavların bu
saldırısıyla Slavlar Sarkel’i alarak güneye ilerlediler, Peçenek ve Uz
boylarını Hazarlara karşı kışkırttılar. 950 li yıllara kadar büyümesini devam
ettiren Hazar Devleti, 950 lerden itibaren Slavların kışkırtması ve
işbirliğiyle kendilerine bağlı olan Türk Kabilelerinden de saldırılar almaya
başladılar.
Aynı dönemde Volga boylarında Hazar Yönetimi altında
teşkilatlanan Macarlar, Arpad Hanedanlığını kurdular. Hazar yönetiminden
ayrılan Bulgarlar ve Peçenekler, Arpad Hanedanlığının üzerine yürüyerek
hanedanlığı yıktılar. Arpad Hanedanlığının yıkılmasıyla bugünkü Macaristan
bölgesine yerleşen Macarlar, bugünün Macaristan’ının temellerini
oluşturmuşlardır.
Gerek Slavların Devlet haline gelmesi ve yoğun saldırıları,
gerekse Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak, kabilelerinin Slavlarla işbirliği yaparak
üzerine yürümesi Hazarları oldukça zayıflattı. Oluşan zafiyet neticesinde diğer
Türk Toplulukları da birer birer Hazar hâkimiyetinden çıkmaya başladılar.
Tarih kaynaklarında Hazarların yıkılışı 965 olarak geçer.
Oysa Slavların Kerç boğazını ve Kuban sahillerini ele geçirmesinden sonra,
Hazarlar varlıklarını Azak ve Kırım civarında sürdürürler. 1016 yılına kadar bu
bölgede zayıflamış halde Hanlıklarını devam ettirseler de, Bizans ve Slavlar
işbirliği yaparak Tmutarakan bölgesine saldırırlar. Bu savaştan sonra
Hazarların son hakanı olan Georgius Tzul, esir edildi. Hakan, Hristiyanlığı
kabul ederek Arbon unvanını aldı. Hakansız kalan Hazar toplulukları,
Derebeyliğe geçerek bir süre daha varlıklarını sürdürdüler. Peçenekler, 1030
yılında bu Derebeyliklerini de yıkınca Hazar Devleti son bulmuş oldu.
Hazar Devletinin Yıkılmasıyla, tabi bulunan topluluklar,
Kırım, Hazar Denizi civarı ve Kafkaslar bölgesine göç ederek asimile oldular ve
tarih sahnesinden silindiler. Pek çok Akademisyen, bugün Doğu Avrupada ve Batı
Rusyada yaşayan Musevilerin Hazar kökenli olduğunu düşünmektedir.
Medeniyet
Bazı kaynaklara göre
Göktürk, bazı kaynaklara göre Rus veya İbranî yazısı kullandıkları söylenen
Hazarlardan günümüze kadar, ancak iki adet yazılı belge kaldı. Bunlardan
birisi, Hazar hakanı Yusuf bin Harun tarafından, Endülüslü Musevî devlet ve
bilim adamı Hasday bin İshak bin Şaprût'a gönderilen mektuptur (960). Öteki ise
bilinmeyen Hazarlı bir Musevî tarafından, hakan Yusuf zamanında (931-965)
yazılan bir mektubun, Mısır'da Keniset-el-Şâmi'de bulunan parçalarıdır. Birinci
mektupta, hakan Yusuf, şeceresini saymakta, Musevî dinine girmekle ilgili
bilgiler vermektedir. Mektupta ayrıca, Hazar ülkesinde yaşayan boyları,
bunların yaşayış tarzını anlatan cümleler vardır. Mektuptan anlaşıldığına göre
Hazarlar, yarı göçebe, yarı şehir hayatı yaşarlardı.
Nitekim, bu bilgileri bazı Arap kaynakları da doğrular.
Genellikle yazın çadırlarda, kışın şehirlerde oturuyorlardı. En ünlü şehirleri,
Etil, Saksın, Belencer, Sarkil ve Semender'di. Başkent Etil'in, İdil ırmağı
kıyısında kurulduğu sanılır. Şehrin batı kesimine Etil (Sarığşın da denir),
doğu kısmına Hazarân (Hanbalığ da denir) deniliyordu. Irmağın ortasında, şehrin
iki yakasına dubalı köprülerle bağlı bir Ada vardı. Şehrin batı bölümü, doğu
bölümüne göre daha genişti. Burada hakanın tuğladan yapılmış sarayı vardı.
Şehrin uzunluğu 25 km idi ve dört kapılı bir surla çevrilmişti. Şehir,
dağınıktı. Evler, Türklerin derme evleri (hargâh, büyük çadır da denir) denen,
ağaçtan yapılmış ve üstleri keçe ile örtülü türdendi. Onlar, bu evlere odâde
adını veriyorlardı. Pek azı kerpiçten yapılırdı. Hakandan başka hiç kimse tuğla
ev yapamazdı. Şehirde ayrıca çarşı ve hamamlar vardı. Sarkil şehrinde yapılan
son kazılardan, şehrin dikdörtgen biçimli; ev yapımında kullanılan tuğlaların,
Asya kaynaklı olduğu anlaşıldı.
Hazar hakanları, savaşlarda, odâde denilen, çadırlı bir
arabaya binerlerdi. Arabanın her tarafı halılarla döşenir, üzerinde sırmalarla
örtülü bir kubbe yükselirdi. Kubbenin üstünde, altından yapılmış bir armut
bulunurdu. Gelinlerin çeyiz arabaları da, hakanın savaş arabasını andırırdı. Bu
arabaların on tanesinin kapıları Altın ve Gümüş levhalarla kaplı olurdu.
Arkadan gelen 20 Araba ile her türlü çeyiz eşyası, altın ve gümüş kaplar
taşınırdı. Hazarlar, ölülerini suya atarlardı. Bazı söylentilere göre
sonraları, ölüleri yakmağa başladılar. Bir hakan öldüğünde her birinde birer
kabir bulunan 20 odalı bir ev yapılırdı. Kabirler, ufalanmış taş tozu ile
döşenir, içine kireç veya mine konulurdu. Gömme işi bittikten sonra, hakanı
gömenler de öldürülerek, öteki odalara gömülürlerdi. Bu iş, hakanın hangi odaya
gömüldüğünün bilinmemesi için yapılırdı. Bu geleneğin, Hunlar'da da
sürdürüldüğünü gösteren belgeler vardır. Hakanın kabir odası, baştan başa,
altınla işlenmiş kumaşla örtülür; bütün işler bittikten sonra suyun altında
kalacak şekilde, nehrin suyu kabir eve boşaltılır ve yapı iyice Su altında
kalır; böylelikle artık, hakanın cesedine insan, şeytan, kurt ve böceklerin
zarar veremeyeceğine inanılırdı. Hazar hakanlarından hiçbirinin mezarının
bulunamayışı, kendilerinin bu gömme geleneği yüzündendir.
Ekonomi
Etil şehri, Güneydoğu
Avrupa ile Asya arasındaki bir alışveriş merkeziydi. Bu şehirde, çeşitli
dinlere bağlı yerli halktan başka, ticaret için gelmiş yabancılar da
otururlardı. Şehir pazarlarında, çeşitli ülkelerden, çeşitli yerlerden gelen
mallar değiş-tokuş edilir, satılırdı. Saksın şehrinde alışveriş, kurşun
paralarla yapılırdı. Ayrıca, ekin denilen kumaş paralar (kâğıt para benzeri) da
kullanılırdı. Hazarların başlıca ihraç malı, bir çeşit tutkaldı, öteki ticaret
mallarının çoğu, Rus ve Bulgar ülkelerinden gelen Maddelerdi. Büyük şehirlerin
çevrelerinde geniş bahçe ve bağlar vardı. Yerli halk, yazın çadırlarda şehir
dışına çıkar, tarımla uğraşırdı. Hazarların, milletlerarası ihraç malları
arasında, Hazar süngüleri, Hazar eğerleri, Hazar zırhları önemli yer tutardı.
Hazar kılıçları, Ruslar arasında da biliniyordu. Hakanlar, Bulgar
ilteberliğinden her evden, her yıl bir samur vergisi alırlardı. Ayrıca, ticaret
kervanları ve gemileri, onda bir oranında vergi öderlerdi. Hazar Denizinden
gelen gemilerden de gümrük vergisi alınırdı.
Din
Hazarlar, uzun zaman,
Şaman dinine bağlı olarak yaşadılar. Ancak, Bizans ve Araplarla olan sıkı
ilişkiler, hakanlarla soylu ailelerin Musevîliği benimsemeleri, her üç dinin de
ülkede yayılmasına yol açtı. Müslümanlığı da (732-800), Musevîliği de (800-965)
resmî din olarak benimsemişlerdir. Hıristiyanlık, resmî din olmadı, ancak,
Arran metropoliti İsrail'in çalışmaları (677-703) sonucu, bu din de ülkede
geniş ölçüde yayıldı. Halk, daha çok Müslüman ve Hıristiyan; hanlar, tarhanlar
ve onlara yakın çevreler Musevî idi. Hazar'da yedi başkadı vardı. Bunlardan
ikisi Müslümanların, ikisi Hıristiyanların, ikisi Musevî Hazarların, biri de
öteki dinlere bağlı olanların işlerini görüyorlardı. Başkent Etil'de (X.
yüzyıl), 10 cami vardı. Müslüman halkın sayısı 10 000 kadardı. Genellikle
Bizans sınırındaki ve Kırım'daki Hazarlar Hıristiyan, Dağıstan ve Aşağı İdil'de
oturanlar Müslüman idi. Hıristiyanlar (VIII. yüzyıl), teşkilât olarak yedi
piskoposluğa ayrılmışlardı.
Yönetim Şekli
Hazarların devlet
teşkilâtında, çifte krallık düzeni uygulanıyordu. Devlet başkanı olan hakan,
doğrudan doğruya devlet işlerine karışmıyor, devleti sembolik olarak temsil
ediyordu. İdare, onun nâibi olan Hakanbeh'in elinde bulunuyordu. Ancak,
hakanbehi değiştirmek, görevinden almak, her zaman, asıl hakanın yetkileri
arasındaydı. Buna karşılık, orduları, ülkeyi yöneten, savaş açabilen, hakanbeh
idi. Vilayetlerle ilgili işler, memleketin Adalet ve iç işleri de onların
elindeydi. Büyük hakan da denilen asıl hakanın saltanat süresi, kırk yılı
aşamazdı. Bu süre içinde hakan, kendiliğinden ölmezse, maiyeti
"bunadı", "aklı azaldı" gerekçesiyle onu kendi elleriyle
öldürürlerdi. Hakan, düşmana karşı giden ordudan kaçıp dönenleri cezalandırır,
ordu savaşta yenilirse, Hakanbeh'in gözleri önünde, onun kadın ve çocuklarıyla
mallarını başkalarına dağıtırdı. Hakanbehlere, tarkan, yabgu da denilirdi
KAYNAK
TurkTarihim.Com -DİYADİNNET.COM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder