Tarihte 16 Türk İmparatorluğu
Büyük Hun İmparatorluğu (M.Ö. 204-M.S. 216)
Batı Hun İmparatorluğu (M.S. 48-216)
Avrupa Hun
İmparatorluğu (M.S. 375-469)
Ak Hun İmparatorluğu
(M.S. 420-552)
Göktürk İmparatorluğu
(M.S. 552-745)
Avar İmparatorluğu
(M.S. 565-835)
Hazar İmparatorluğu
(M.S. 651-983)
Uygur Devleti (M.S.
745-1368)
Karahanlılar (M.S.
940-1040)
Gazneliler (M.S.
962-1183)
Büyük Selçuklu
İmparatorluğu (M.S. 1040-1157)
Harzemşahlar (M.S.
1097-1231)
Altınordu Devleti
(M.S. 1236-1502)
Büyük Timur
İmparatorluğu (M.S. 1368-1501)
Babür İmparatorluğu
(M.S. 1526-1858)
Osmanlı İmparatorluğu
(M.S. 1299-1922)
Büyük
Hun İmparatorluğu (M.Ö.204-M.S.216)
Hunlar İç Asya'da ortaya çıkan ilk büyük Türk devletini
kurmuşlardır. Sağladıkları büyük askeri güç ile tüm Asya'yı kaplayan geniş bir
imparatorluk kurmuşlardır. M.Ö.III. yüzyılda ortaya çıkan Hunların daha
sonraları Avrupa'da Roma İmparatorluğu sınırlarına kadar ilerledikleri
bilinmektedir. İç Asya'da ortaya çıkan bu büyük göçebe kavim, Çin kaynaklarında
Hiung-nu olarak anılmaktadır. Asya Hunları adı tarihte ilk kez M.Ö.318 yılında
yapılan Kuzey Şansi savaşında geçer.
Kuzeyde ve kuzeybatıda daha sonra Hunların yerleşme alanlarında sürekli
hareket halinde bulunan kavimler arasında Jung ve Ti kabileleri önemli bir yer tutmuşlardır.
Bunları, daha sonraları tarihçiler, Hunlar arasında saymıştır. Bu kollektif ad
altında ilerde Hunlara bağlı olarak birçok kavimin yer aldığı görülmektedir.
Hunların Çin kaynaklarına girmeleri, Çin sınırlarından içeriye doğru yaptıkları
sürekli akınlar yüzündendir. Çin sınırlarından içeri giren bu kavimler
gittikleri yerleri yağma ederek yakıp yıkmışlardır. Ayrıca Çin prensleri ve
hanedanları birbirlerine karşı giriştikleri savaşlarda, genellikle kuzeyde
oturan Hunların yardımını istemişlerdir. Hunların Çin tarihinde ortaya
çıkmalarının bir büyük nedeni de Çin'de sürüp giden iç savaşlardır. Ayrıca
Çin'in dağınık olan iç durumu da Hunların bu ülkeye sürekli akın yapmaları için
elverişli bir ortam yaratmıştır. Hun saldırıları sonucunda Çin ülkesinde
bulunan beş krallık yıkılıp gitmiştir. Ayakta kalan krallıklar arasında
rekabetin devam etmesi karşısında Hunlar Çin'e yeniden saldırmak durumunda
kalmışlardır. Hun saldırıları sonucunda Chou Hanedanı çökmüş ve ortada yalnızca
Tis Hanedanı kalmıştır. Bu hanedan giderek güçlenmiş ve Hunların yardımıyla
Çin'de güçlü bir merkezi krallık kurmuştur. Bir süre sonra bu hanedanın da
çökmesi üzerine bölgede Hun etkinliğini artmış ve Hunlar sonraları Kore'den
Aral Gölü'ne kadar uzanan büyük bir imparatorluğu kurma olanağına
kavuşmuşlardır.
İmparatorluğa
Doğru
Hun İmparatorluğunun asıl yönetici öğesini meydana
getirenler Türk boylarıydı. Türklerin yanı sıra Moğollar ve Tunguzlar gibi
diğer Orta Asya kavimleri de bu imparatorluk içinde yer almışlardır. Bu
devlette orman kavimleri olan Moğolların veya Tunguzların değil, bozkır kavmi
olan Türklerin kültürü egemen olmuştur. Devletin hanedanı Türk, kullandığı dil
de Türkçe idi. Türkçe'den gelen "Hun" adı adam, insan ve halk
anlamına geliyordu. Mongoloid ırkla ilgisi bulunmadığı anlaşılan Hunların
kurdukları devlet ve uygarlığın tarihi M.Ö.2500 yılına kadar uzanmaktadır.
Kansu ve Şensi bölgeleri Hun uygarlığının ana merkezidir. Hunlar genellikle, av,
hayvancılık ve tarımla uğraşmışlardır. Büyükbaş hayvan yerine at
yetiştirmişlerdir. Hunlar daha sonraları Türkler diye adlandırılan boyların ilk
atalarıdır.
Hunlar genelde göçebe bir kavim olduklarından yalnızca Çin'e
değil, Asya'nın tüm bölgelerine göçler ve akınlar yapmışlardır. Onların bu
hareketli ve savaşçı yaşamları nedeniyle kurdukları devlet kısa zamanda büyümüş
ve Türklerin ilk kurduğu imparatorluk durumuna gelmiştir. Savaşçı bir yapıya
sahip bulunduklarından o dönemde yaşayan hiçbir ulus Hunların akınlarını
durduramıyordu. Bitip tükenmeyen Hun saldırılarından bıkan Çinliler, sonunda
kurtuluşu, ülkelerini çevreleyen Büyük Çin Seddi'ni yapmakta buldular. Hun
devletinin ilk kurucusu Teoman'dır. M.Ö.220'de başa geçen ilk Hun hakanı Teoman
o zamana kadar dağınık yaşayan Hun boylarını merkezi bir yönetim altında
toplayarak Hun devletinin ilk kurucusu olmuştur. Teoman'ın kuruculuğundan sonra
başa Mete geçmiştir. Mete babasının kurduğu devleti kısa zamanda başardığı
fetihlerle imparatorluğa dönüştürmüştür.
Başa geçiş sırasına göre
Hun hakanları şunlardır.
1. Teoman M.Ö.220-M.Ö.209
2. Mete M.Ö.209-M.Ö.174
3. Lao-Şang M.Ö.174-M.Ö.160
4. Kung-Sin M.Ö.160-M.Ö.126
5. Iti-Sie M.Ö.126-M.Ö.114
6. U-vey M.Ö.114-M.Ö.105
7. Ousiuliu M.Ö.105-M.Ö.102
8. Kiuliu-hou M.Ö.102-M.Ö.101
9. Tçietiheu
M.Ö.101-M.Ö.96
10. Houloku
M.Ö.96-M.Ö.85
11. Houyenti
M.Ö.85-M.Ö.68
12. Hiuliukiu
M.Ö.68-M.Ö.60
13. Voyenkiu
M.Ö.60-M.Ö.57
14. Houhansie
M.Ö.57-M.Ö.31
15. Feoutchou
M.Ö.31-M.Ö.20
16. Seuhiaijo
M.Ö.20-M.Ö.12
17. Tcheyajo
M.Ö.12-M.Ö.8
18. Outchou
M.Ö.8-M.S.13
19. Ouloijou
M.S.13-M.S.18
20. Houthouulh
M.S.18-M.S.46
21. Pounou
M.S.46-M.S.66
22. Yeou-lieou
M.S.66-M.S.87
23. Yu-chukieu
M.S.87-M.S.92
İlk Türk İmparatoru Teoman Dönemi (M.Ö. 220- 209)
Hun İmparatorluğunu kuran İlk Türk İmparatoru Teoman, M.Ö. 300 lü yıllarda, bölgesinde güçlü bir
kabilenin lideri durumunda olan Teoman, liderlik vasfıyla bölgesindeki diğer
kabileleri de kendi bünyesine katarak güçlenerek bulunduğu coğrafyada söz
sahibi oldu. Zamanla bölgedeki tüm Hun kabilelerini de himayesi altına alarak
merkezi bir yönetim altında topladı ve M.Ö. 220 yılında Dünya Tarihine yön
verecek Büyük Hun İmparatorluğunu kurdu.
Türk boyları, bulundukları coğrafyaya en yakın güç olan
Çinliler ile tarihleri boyunca mücadele ettiler. O döneme kadar Hunlar,
varoluşlarını korumak için Çinle savaşmışlardı. Hun İmparatorluğunun
kurulmasıyla birlikte bu savaşlar varoluş mücadelesinden hakimiyet mücadelesine
döndü. Teoman, hükümdarlığı süresince 4 yöne doğruda büyüyerek 11 yıl
içerisinde bugünkü Kazakistan sınırlarından daha geniş bir alanı hakimiyeti
altına aldı. Zamanla bölgede yaşayan bazı Tunguz ve Moğol boylarıda Hun
imparatorluğunun yönetimi altına girdiler.
M.Ö. 209 yılına kadar yaşayan Teomanın iki karısından iki
oğlu bulunuyordu. Oğulları arasında bir seçim yaparak karısı Yenşi den olan
oğlunu muhafazası altına alarak diğer oğlu Mete’yi, ihtilaflı olduğu Yüeçi’lere
rehin olarak gönderdi. Ancak daha sonra oğlu Mete’nin ellerinde bulunmasına
rağmen Yüeçilere savaş açtı. (Kimi Çin kaynakları Mete’yi öldürmek için bu
savaşı başlattığını vurgular. ) Teoman hedefine varmadan oğlu Mete, Yüeçilerin
elinden kaçtı. Teoman, Mete’nin gösterdiği bu mukavemet karşısında onu
ödüllendirmek için 10 Bin çadırlık bir topluluğu Mete’nin emrine verdi. Ancak
Mete, güçlenerek Teomanı, üvey annesi Yenşiyi ve kendi kardeşini öldürerek
kağan oldu.
Mete Dönemi (M.Ö. 209-174)
Mete, Tartışmasız Türk Tarihinin en kudretli kağanıdır.
Tarihi yazıtlarda Oğuz Kağan ve bazı araştırmacılara göre Kur-an’ı Kerim’de adı
geçen Zulkarneyn a.s. olduğu iddia edilmektedir. Hükümdarlığı döneminde Hun
İmparatorluğunun sınırlarını Hazar Denizinden Japon Denizi (Bugünkü Kuzey Kore)
kadar genişletmiş, orta asyadaki demografik yapıyı şekillendirerek tarihe adını
altın harflerle yazmış büyük bir imparatordur. Aynı zamanda ilk Düzenli orduyu
kurarak diğer milletlere ilham kaynağı olmuştur.
Tarihde Çavuş Oku olarak tabir edilen ıslıklı okun mucidinin
Mete olduğu kabul edilir. Bu ok, hangi yöne giderse emrindeki askerlerin hepsi
o yönü hedef alarak hedefi yok ederlerdi. Çin kaynaklarında geçen bir bilgide
Mete, okunu kendi atına yöneltti.
Askerleride aynı yöne hedef aldı ancak bazı askerleri tereddüt etti.
Bunun üzerine Mete, okunu sırayla tereddüt edenlerin üzerine çevirdi ve ok
atmakta tereddüt eden tüm askerlerini kendi okuyla öldürdü. Bu olay binlerce
yıl boyunca Türk Askeri yapısındaki emrin tartışılmazlığı olgusunu ortaya
çıkarttı. Mete’nin bu askeri disipline sahip ordusu, bir süre sonra oklarını
Teoman’a yönelteceklerdi. M.Ö. 234 yılında doğan Mete, babası Teoman’ın ikinci
oğludur. Mete yetişme sürecinde Hun İmparatorluğunun kuruluşu ve yükselişine
şahitlik ederek kağanlık ve liderlik vasfınıda kazanmış oldu. Babası Teoman’ın
15 yaşında kendisini, ihtilafta olduğu Yüecilere rehin vermesiyle 4 yıl kadar
esir yaşadı. Esir hayatı kardeşi ve babasına karşı kin duymasına sebep oldu.
Kendisinin halen esir olmasına rağmen, babası Teoman’ın Yüecilere savaş açması
açıkca kendi ölümü anlamına geliyordu. Ancak Mete, babası Teoman Yüecilerle
karşılaşmadan önce kaçarak esaretten kurduldu.
Babası, bu mukavemetini ödüllendirmek için Mete’nin emrine
10 Bin çadırlık bir beylik verdi. Mete, sahip olduğu liderlik vasfı ve esaret
döneminin de etkisiyle güçlenerek büyük bir ordu kurdu ve M.Ö. 209 yılında
babası Teoman’ı, üvey annesi Yenşi ve kardeşini öldürüp hükümdarlığı ele
geçirerek Hun İmparatorluğunun ikinci ve en büyük kağanı oldu.
Mete, önce babası Teoman’dan toprak talebinde bulunan doğu
komşuları Donghu üzerine yürüdü ve ağır bir darbe vurarak antlaşma yaptı ve
Donghu ları vergiye tabi tuttu. M.Ö. 208 yılında ise tamamen hakimiyeti altına
aldı. Donghu’lardan sonra Kuzey Moğolistan bölgesinde yaşayan Tunguzlarıda
hakimiyeti altına aldı. M.Ö. 177-165 yılları arasında ise gençlik yıllarında
esareti altında bulunduğu Yüeçilerin üzerine seferler düzenledi. M.Ö. 203 de,
Çinden sonra en büyük tehdidi oluşturan Yüeçileride mağlup ederek topraklarına
kattı. Daha sonrada Ordos bölgesine hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini
yenerek bölgedeki hakimiyetini güçlendirdi. Bu hakimiyetten sonra bölgede
hakimiyetine almadığı tek yönetim olan Çin kaldı. Yeni hedef olan Çinin üzerine
sürekli ve yoğun seferler düzenleyerek Altın Nehir bölgesindeki Çin kalelerini
egemenliği altına aldı. Bu zaferlerle sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek
önemli ticaret yollarının kontrolünü eline geçirmiş oldu.
M.Ö. 221 Çinde siyasi birlik sağlanarak M.Ö. 206 da Han
Hanedanı iktidara geldi. Bu dönemde Mete
de bozkır birliğini kurarak bölgedeki hakimiyetini kesinleştirdi. Artık Çin ve
Hun arasında çok büyük bir savaşın çıkması kaçınılmaz hale gelmişti. Çin Han
hanedanı, Hunların üzerine 320 Bin kişilik devasa bir orduyla yürümeye karar
verdi. Çin tarih kaynakları bu savaştan uzunca söz eder. Zira tümüyle Süvari
birliklerinden oluşan Hun ordusu, sayıca az olmalarına karşın yüksek askeri
teknikler ve stratejiler uygulayarak ordunun başındaki Han’ında başında
bulunduğu Han Ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş tarihe Baideng
muharebesi olarak geçmiştir. Bu savaşın sonucunda Hunlar, Çin Hanedanlığını hem
kuzey bölgesindeki geniş topraklara sahip olmuş hemde yüksek vergiye bağlayarak
Çine tarih boyunca üzerlerinden atamayacakları Hun (Türk) korkusunu yaşatmıştır.
M.Ö. 174 yılına kadar yaşayan Mete, öldüğünde Hazar
Denizinden Japon Denizine kadar olan topraklara hakim olan 18 Milyon M² lik bir
alana sahip, bölgedeki toplulukları kendi yönetimi altında toplamış, tarım havzaları ve vaha şehirler oluşturmuş,
ekonomik olarak gelecek Hun yönetimlerin önünü açıp, yüksek disipline sahip
düzenli ve çok güçlü bir orduya sahip devasa bir imparatorluk bırakmıştır.
Lao-Şang
/ Kiyük / Ki-Ok Dönemi (M.Ö. 174-161)
Mete den sonra, hükümdarlığı Lao-Şang almıştır. Bazı tarihi
kaynaklarda ismi Kiyük ve Ki-Ok olarak da geçmektedir. Lao-Şang döneminde Mete
nin kurduğu muazzam imparatorluk istikrarlı bir şekilde devam ettirildi. Hun
İmparatorluğunun sınırları zaten çok büyük bir coğrafyaya hükmettiği için bu
dönemde fazlaca sınır genişletilmedi. Ancak, Lao-Şang, Mete’nin tarih
sahnesinden silmek için uğraştığı ve yok olma noktasına getirdiği Yüecileri
kesin olarak mağlup etmiş ve tarih sahnesinden silmiştir.
Hun İmparatorluğu, Lao-Şang döneminde istikrarını devam
ettirirken Çin, Hun’lara karşı üstünlük sağlamak ve ağır yenilgiler alarak
çekildiği ve küçüldüğü coğrafyada söz sahibi olmak amacıyla büyük ve önemli
reformlar hayata geçirmeye başladı. Askeri strateji ve donanımlarını Hun askeri
sistemine göre düzenleyip disipline etmeleri bu dönemde başladı. Aynı zamanda
siyasi ve askeri reformlarla birlikte Hun birliğini yıkmak ve Hun İmparatorluğu
bünyesindeki Türk olmayan toplulukları kışkırtarak Hunların gücünü azaltmak
için çeşitli entrikalar üretmeye, tarih kaynaklarında sıkca rastladığımız
tabirle kaleyi içten fethetmek için beşinci kol faaliyetleri yürütmeye başladı.
Lao-Şang döneminde bu girişimleri sonuçsuz kalsa da ilerleyen dönemlerde
başarılı olmuştur.
Lao-Şang’ın
ölümünden sonra veliahtı Kün-Çin yönetime geçmiştir.
Büyük Hun İmparatorluğu, muazzam gücünü Kün-Çin döneminde
kaybetmeye ve küçülmeye başladı. Çin Hanlığının kendi içinde uyguladığı
reformlar ve Hun bünyesinde yürüttüğü entrikalar başarılı olmaya başlamış ve
Hun İmparatorluğunu Kün-Çin döneminde zayıflatmaya başlayarak ilerleyen
dönemlerde bu imparatorluğu yıkmayı başarmıştır.
Hunlarda Devlet Yönetimi
Mete'nin oluşturduğu kavimler federasyonu, ilk göçebe Türk
İmparatorluğu olarak Asya topraklarında kurulmuştur. Devlet, soyluluk
derecesine göre hiyerarşi içine girmiş boy ve budun topluluğuna dayanırdı.
İmparatora Büyük Tanhu adı verilir ve Tanhu'ya bağlı bir hassa birliği bulunur,
bu birlik aracılığıyla tüm ülke yönetilirdi. Tanhu ve ailesi ülkenin en iyi
sürülerine sahip olup, bu sürüler gene ülkenin en iyi otlaklarında beslenirdi.
Tanhu'nun karargâhında bir merkez bürokrasisi gelişmişti ve saray
bürokrasisinde okumuş Çinliler kullanılmıştı. Askeri yönetimde, Çin'e karşı
savaşırken bile Çin'i bilen Çinliler danışman olarak çalıştırılmıştı. Hun
İmparatorluğu, Türkler arasında ilk kez devlet niteliği gösteren bir birlik
oluşturmuştu.
Bozkırda, pek uzak köşelere dağılmış boyların yönetimi için
boylar sol ve sağ olarak bölünürlerdi. Askeri örgütlenmede de sol ve sağ
ayırımı uygulanır, sol genellikle sağa üstün tutulurdu; çünkü güneşi yücelten
Türkler'de yüz güneye çevrilince sol güneşin doğduğu yerdir. Hunlar'da bu durum
sol bilge elig ve sağ bilge elig olarak adlandırılırdı.
Bunlar sol ve sağ kanat krallarıydı. Sol bilge elig Büyük
Tanhu soyundandı ve veliahttı. Aynı zamanda sol ve sağ orduların komutanı da
sayılan bu iki elig sağ ve sol boyların yönetimi ile ilgiliydi. Bunlar
genellikle Tanhu'nun kardeş ve oğullarıydı. Çoğu düşman olan zorla bağımlı
kılınmış bulunan boy ve budunları yönetebilmek için sağ ve sol eliglerin küçük
oranda da olsa doğrudan kendilerine bağlı bir askeri güce ve büyük sürülerini
otlatacak insanlara gereksinmeleri vardı. Bunu, onlara ayrılmış boy ya da budun
yerine getirirdi. Göçebe sistemde toprak değil, boy ve budun paylaşılır, toprak
ikinci planda kalırdı. Yerleşik feodal sistemde ise paylaşılan topraktı.
Eligler bu çekirdek ordu ve boya dayanarak öteki özerk boyları yönetirlerdi.
Onların hemen altında sağ ve sol doğru kralları vardı ki, Hunlar bunlara dört
köşe adını verirlerdi. Daha alt köşede de altı köşe adını alırlardı.
Hunlar'da Tanhu'nun boyundan başka ayrıcalıklı ve soylu
sayılan dört boy daha bulunurdu. Çin kaynaklarına göre bu boyların ikisi
sağda-batıda, ikisi de solda-doğudaydı. Bu soylu boyların, Doğu'ya ve Batı'ya
doğru göç etmeleri, onların da beylerinin önderliğinde bağımlı boyların
yönetimine katıldıklarını gösterir. Bu soylu boylardan hepsinin Tanhu soyuna
akraba oldukları belirtilir.
Ordu yalnızca soylu boyların ve köle olmayan özerk boyların
sağlayacağı askerlere dayanmazdı. Savaşta yenilen ve köleleştirilen boylar da
aynı biçimde asker sağlamakla yükümlüydü. Bu nedenle Mete Han bozkırda
yüzyıllar boyu kullanılacak ve Cengiz Han zamanında geliştirilecek olan onlu
düzenleme sistemini geliştirmişti. Ordu, her birinin başlarında şefleri bulunan
10,100,1000 kişilik bölümlere ayrılmıştı. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı
deyimleri bu düzenlemeden ileri gelmekteydi. Bu birlikler boylar çerçevesinde
gerçekleştirilirdi. Büyük aile 10, boy 100, budun ise 1000 asker sağlamakla
yükümlüydü. Bazen bu rakamlar boyların ve budunların durumlarına göre
değişmeler gösterebiliyordu. Bu türlü birimler Tanhu'nun, ili 24 changa ayırmasıyla
bütünleşebilirdi. Tepede sol ve sağ eligler ve her iki kanatta da onbirer
askeri şef vardı. Toplam sayıları iki elig ile birlikte 24'tü. Bu 24 şef içinde
kağan soyundan gelen prensler ile büyük askeri şeflerin karmaşık bir
hiyerarşisi bulunmaktaydı. Şefler derecelerine göre az çok kalabalık bir askeri
birliğin komutanı olurlardı.
Diğer yandan, askeri sistem mülki yönetimin de temelini
oluşturmaktaydı. Bu sistem akrabalığa dayalı sistemi yıkarak merkeziyetçi bir
yönetim getirmişti. Hun devletinde boylar merkeziyetçi bir yapıda yaşamışlardı.
Askeri şef, genellikle komuta ettiği askerlerin beyi idi. Bazen, kavim kökünden
kopmuş askeri şefler kullanılmışsa da, yöresel beyler yönetimindeki boy
örgütlenmesi ve boy dayanışması eskisi gibi olurdu. Barış zamanında bir boyun
askerleri geleneksel beyinin yanında çobanlık yapardı. Hem beylerine, hem de
beylerinin aracılığıyla Hun devletine vergi öderdi. Boylar sistemi ile Hun
devletinin yönetim düzeni geniş ölçüde birbirine girmiş ve özdeşleşmişti. Hun
devlet örgüsü kavim sisteminin üzerine akıllıca örtülmüş bir örtüydü. Düzenli
toplanan bir kurum olmamakla beraber boy ve budunların işleriyle imparatorluğun
politikası arasında eşgüdümü sağlamak için zaman zaman toplanan kurultay kağan
ailesini, büyük askeri şefleri, boy ve budun beylerini biraraya getirirdi.
(Kagan'ın otoritesi ve kurultayın gücü konusundaki bilgilerimiz genel düzeyde
ve yetersizdir.) Ekonomik işler ve askeri seferler iyi gittiği sürece Tanhu ve
devlet güçlü görünürdü. Çin ve Türkistan yiyecek göndermeyince devletin ve
imparatorun durumu sarsılır ve bu durumda, bağımlı yaşayan boy ve budunların
merkeze karşı ayaklandıkları sık sık görülürdü. Eldeki bilgilere göre Hun
devleti, vergi ve asker sağlamakla yetinen ve bağımlı boy ve budunların iç
düzenlerine pek az dokunan, ince bir bürokrasiye ve hiyerarşik biçimde
sıralanmış boy ve budunlara dayanırdı. Köle durumundaki boylar bile vergi ve
hizmet yükümlülükleri dışında özerkliklerini korurlar ve kendi ekonomik
uğraşlarını sürdürürler, kendi hayvan sürülerini yetiştirebilirlerdi. Bozkırda
bir süre sonra boylardan birisi büyüyerek diğerlerine egemen olurdu.
Efendi-köle ve boy ilişkisi bir sömürü düzeninin varlığına karşın geçici bir
durumdu. Boylar içindeki gelişmeler, soylular ve karabudun ilişkisi önemli ve
anlamlıydı. Nitekim, Tunguzlar örneğinin gösterdiği üzere, köle boyların
beyleri ve ileri gelenleri de, Hun beyleri ve askeri şefleri arasında yer
alırdı.
BÜYÜK HUN DEVLETİ
Büyük Hun İmparatorluğu, tarihte bilinen ilk Türk Devleti'dir...Hun
Devleti;
•Asya Hun Devleti
ve •Avrupa Hun Devleti olarak
2'ye ayrılır...İlk olarak M.Ö 220 yılında Teoman, Asya Hun Devleti'ni kurmuş ve
ardından tahttan çekilerek tahtı oğlu Mete'ye bırakmıştır... Hun
İmpratorluğu'nun kurucusu Teoman, en büyük imparatoru Mete'dir. Hun Devleti en
parlak dönemini Mete Dönemi'nde yaşamıştır.. Hun Devleti, bugünkü Moğalistan
bölgesinde, Çin'in kuzeyinde yer almaktaydı. Çin ile aralarında savaşlardan
dolayı Çin Seddi, Çin tarafından, Hunlardan korunmak amacıyla inşaa edilmiştir. Hun Devleti'nde eli silah tutan
herkes askere alınırdı. Hunlar kendileri hakkında bilgiler
bırakmamışlardır...Hunlar, kendi belgelerini bırakmadıkları için, arkeolojik
deliller dışında Hun Devleti'ni öğrenmek için Çin Kaynaklarına bakmaktan başka
bir şans yoktur. Çünkü Çin ve Hun Devleti arasında olan olaylar, savaşlar,
antlaşmalar sırasında Çin Günlüklerine Hunların özellikleri ve yaşamları da
ister istemez geçmiştir...
Hun
Devleti'nde Devlet Yönetimi
Hun Devleti'nde
yöneticilerin eşlerine ka-tun (hatun) denirdi ve ka-tun'ların devlet yönetiminde
yetkisi olurdu...
Hun Devleti'nde 3
tane meclis bulunurdu...
•1. Meclis: Dini konular tartışılır. Yılın ilk aylarında
toplanırdı.
•2. Meclis: Haziran Ayı'nda toplanılır ve devlet işleri
görüşülürdü.
•3. Meclis: Sonbahar'da toplanılır ve askeri işler
görüşülürdü.
Devamlı devleti
yöneten "Seçkinler Meclisi" bulunurdu. Buna toy denirdi...Toy,
devletin önde gelenleri veya zenginlerinden oluşurdu...Tabii asıl kararları tek
devlet yöneticisi olan imparator verirdi fakat meclislerde ve toy'da
kararlaştırılanlar göz önüne alınarak karar verilmesi gerekiyordu.
Kavimler
Göçü, Sonuçları Ve Avrupa Hun Devleti
Kavimler Göçü, yeni bir çağın açılmasına neden olan Asya
Hunları'nın Avrupa'ya göçe başlamasıyla oluşmuştur...Son zamanlarda Çin
baskılarından, hayvan ve bitki kıtlığından Hunlar iyice gerilemişti ve göçebe
hayatlarına yeni bir göç eklemeleri gerekiyordu...Bunun için Avrupa'ya doğru
yola çıktılar...Hazar Denizi'inde 3 kısıma ayrıldılar;
•Hazar Denizi'ni taşıtlarla geçenler (kayık, sandal)
•Hazar Denizi'nin altından Anadolu'ya ulaşanlar
•Hazar Denizi'nin üstünden Anadolu'ya ulaşanlar
Ama bu grupta Hazar Denizi'nin altından ve üstünden
geçenlerin yaklaşık 400-450 kişi anadoludan çıkarak alttan gidenler Arabistan'a
doğru, üstten gidenler Rusya-Ukrayna istikametine doğru ilerlediler...Ve
Türkler, Anadolu'ya girerken Anadolu'daki bulunan imparatorlukları Avrupa'ya
doğru itti.Bu sırada Avrupa'da bulunan Büyük Roma İmparatorluğu baskılara
dayanamayıp, Doğu Ve Batı olmak üzere 2'ye bölündü.Hun Devleti Anadolu'ya
yerleşip Asya'dan Anadolu'ya gelen Türkler, "Avrupa Hun Devleti" ismini
aldı...
Not: Sakın karıştırılmasın, ayrıca Selçuklu Devleti'de
Avrupa'ya akınlar yapmıştır fakat Avrupa'ya ilk akınları Hun Devleti yapmıştır!
Hunların Yaşamı
Hunlar bulundukları bölgenin özellikleri nedeniyle göçebe
bir yaşam biçimi içindeydiler. Göçebeliğe önem veren Hunlar, kalelerin ve
kalıcı merkezlerin güvenliliğine inanmıyorlardı. Bozkırlarını her terk edişte,
zengin bir yöreye yöneliyorlardı. Geldikleri gibi, bir süre sonra gidince
arkalarında yıkıntılar ve korku bırakıyorlardı. Onlara kum cehenneminden çıkmış
şeytanlar, insan görünümünde büyücüler gözü ile bakılıyordu. Kürkten
elbiseleri, kısa boyları, soluk yüzleri ve çekik gözleri ile gerçekten
görenlere dehşet veriyorlardı. Sınırlardaki toplumları her zaman
yağmalıyorlardı. Her istedikleri anda, imparatorluğun sınırlarını aşıyorlardı.
Gözüpek ve acımasız bir halk olarak o dönemde her ülkede korku yaratmışlardı.
Hunlar genellikle Çinlilere çok kızıyorlar ve onları yok etmek için her zaman
fırsat kolluyorlardı. Hunların genel yaşamları göçebelik olduğundan, kuraklık
veya iklim değişikliği gibi durumlarda hemen atlarına atlayarak civar
bölgelerin yerleşme merkezlerini yağmalıyorlardı.
Hun ülkesinde ticaret, ancak belirli kentlerde yapılırdı.
Halkın büyük kısmı yaylak ve kışlak ardında göçebeliği sürdürürdü. Hayvancılık
ve avcılık en önde gelen uğraşlarıydı. Bütün göçebe toplumlar yiyecek, giyecek,
barınak ve göç araçlarını kendileri sağlarlar, buna karşılık yerleşik
komşularından tahıl, baharat, pirinç, çay gibi şeyler alarak kendi malları ile
takas yaparlardı. Göçebelik birçok bakımlardan yerleşik topluluklardan ve
çiftçilikten daha üstün özellikleri olan bir yaşama biçimiydi.
Başta hayvan yetiştirmek, ehlileştirmek; bitkilerin
ekilmesinden, hasatından daha zor, emek, enerji ve deney isteyen üstün bir
sanattı. İş yalnızca ehlileştirmekle bitmez, hayvanlara durmadan otlak ve
yeşillik aranır, yedirilir ve bu emeğe karşılık süte, ete ve yüne kavuşulurdu.
Bu güç yaşam koşullarında çobanlık hüneri ile beraber askerlik yetenekleri
artar, sorumluluk, ileri görüşlülük, fiziksel ve ahlaksal gelişmeler güçlülük
kazanırdı. İç Asya'nın bozkırlarında atlı bozkır kültürü, yüzyıllar boyunca
geleneklerini korumuştur.
Bozkır yaşamı içinde, atın önde gelen bir yeri bulunuyordu.
Türk boyları arasında en çok ata binenler Hunlardı. Çin kaynakları onların daha
küçükken, koyunların sırtında fare, gelincik ve kuşlara, daha büyüdüklerinde
tilki ve tavşanlara ok attıklarını anlatır. Genç yaşlarda bozkırın zor
koşulları içinde bilinçli bir hazırlık dönemi geçirirler, delikanlılık çağında
tüm silahları ustalıkla kullanan zorlu birer cengâver olurlardı. Hunlar at
sırtında alışveriş yaparlar, yemek yerler ve uyurlardı. Bizanslılar Hunlarla
yaptıkları görüşmelerde onların eyerden inmek istemedikleri için konuşmaların
at sırtında yapıldığını anlatmışlardır. Gezginler, yazdıklarında Hunların ata
olan bağlılıklarını ve at ile iç içe yaşamlarını geniş bir biçimde anlatırlar.
Pazırık bölgesindeki kazılardan Hunlarla ilgili çok şey elde
edilmiştir. Hunlar birkaç çeşit çadır kullanmışlardır. En ilkeli, sırıkların
birbiri ile çatışarak konik bir biçim meydana getirenidir. Konik yapısı olan
karkasın üzeri keçe örtü olmadığından, karaçam veya kayın ağacı kabuğu ile
kaplanır. Bugün Altaylar'da sürülerini otlatan çobanlar arasında bu çadıra Çum
veya Kapa adı verilir. Sırıklar konik biçimde toprağa konduğunda üzeri keçe bir
örtü ile kapatılıyor, böylece sade ve çok pratik bir barınak elde ediliyordu.
Kurganlardan bu çadırlarda kullanılmak üzere dikilmiş bezler çıkartılmıştır. Bu
çadırlar öküz arabaları üzerinde bir yerden diğerine kolayca götürülebiliyordu.
Hunlar, Göktanrı'nın gölgesinde konaklamayı arzu ettikleri her yerde bu
çadırları arabadan indirerek kullanabiliyorlardı. Ayrıca yuvarlak kubbe tipinde
büyük çadırlar da kullanılıyordu. Bu çadırlar hızla kurulup gene aynı hızla
sökülebildiği için göçebe yaşam biçimine uygun düşüyordu. Bir baskın ve
saldırıda, kolayca yer değiştirmek için bu çadırlar çok elverişliydi. Ayrıca
hayvanları otlatmak için gidildiğinde de bu çadırlar kolayca kurulabiliyordu.
Bu çadırlar daha sonraları ortaya çıkan göçebe evlerinin ilk çekirdeğini
meydana getirmiştir. Mimarlıktaki kümbet düşüncesi bu kubbeli çadırlardan
doğmuştur. Silindirik yapısı ve kubbemsi çatısı ile bu çadırlar en sert
fırtınalara bile dayanabiliyordu.
Yaylalar ve bozkırlarda Hun boylarının otlak ardında yer
değiştirmeleri ilginç görünümdeydi. Hun süvarilerinin ardında öküz arabaları
içinde halk yer değiştirirdi. Çeşitli takılar ve süs eşyası, hem atları hem de
arabaları süslerdi. Çadır üzerinde ve sancak sopalarının uçlarında değerli
madenlerden yapılmış hayvan biçiminde heykeller görülürdü. Arabaların arkasında
ise hizmetçilerle esirler ayrı bir grup olarak yürürlerdi. Sürüleri besleyecek
otlaklara ulaştıklarında yarım saat içinde çadırlarını kurarlar ve
yerleşirlerdi. Bir tehlike anında ise, çadırlarını daha da hızlı toplarlar ve
yola çıkarlardı. Bozkırda dağınık biçimde yaşayan Hun topluluklarının başında
kesinlikle bir başbuğ bulunurdu.
Her türlü tehlikeye karşı askeri bir düzen içinde
yaşarlardı. Savaşlar ve hayvan otlatma dışında zaman bulduklarında erkekler
deri işçiliği, kemik, tahta ve madenden göçebe yaşamında her gün kullanılan
çeşitli eşya yapımı ile uğraşırlardı. Kadınlar ve kızlar ise yemek ve çocuk
dışında halıcılık ve keçe yapımı için tezgâhların başında çalışırlardı.
Türklerin dünya uygarlığına armağan ettikleri halıyı ilk kez bir Hun kadını
yapmıştır. Eşinin atma değerli bir örtü olarak düşündüğü halı daha sonraları
başka amaçlarla kullanılmış ve yaygınlık kazanmıştır. Atlarını süslemek,
Hunların vazgeçilmez tutkusu idi. Atların süslemesinde en çok koşum takımı ve
eyerin hayvan figürleri ile bezenmesine ağırlık verilirdi. Çadırların kurulduğu
yurdun içinde başbuğa bağlı bir düzen hüküm sürerdi. Çadır sakinlerinin ve
eşyalarının yerleri kesin olarak belirli idi ve hiç kimse bu yerleri
değiştiremezdi. Aletler ve diğer malzemeler çadır duvarlarına asılırdı. Çadırın
ortasındaki ocak yeri, hem evin ortası, hem de en kutsal yerdir. Çadır
sakinlerinin yeri bunun çevresinde belirlenir. Ocağın arkasında yaşlı erkekler
ve konuklar için ayrılmış bir şeref köşesi bulunur, bu yere başköşe anlamına
gelen tor adı verilirdi. Burası zengin nakışlı halılarla kaplanırdı. Ocağın iki
yanına geceleri döşekler yerleştirilir, sabah olunca bunlar kaldırılır, yüklük
biçiminde toplanır, zengin nakışlı örtülerle süslü ve düzenli görünmeleri
sağlanırdı. Giyim ve ev eşyasında, yetiştirdikleri hayvanların yünlerini
kullanırlardı. Yün kendileri için gerekli her şeyi yapmalarına olanak
veriyordu. Gereksinmelerin dışında gelenekler nedeniyle de yünü değişik
alanlarda kullanıyorlardı. Özellikle kızların çeyizi için dokumalarda yünün
önde gelen bir yeri vardı. Hunlarda Kültür ve Sanat
Hunların yaşamı ve ülkelerinin özellikleri, kendilerine özgü
bir kültür yaratmıştı. Hunların disiplinli yaşamlarından, sonraki Türk toplum
ve devletlerini kuracak bir çekirdek meydana geldi. Türk tarihinin temelini Hun
devletinin yarattığı düzen ve inanç oluşturuyordu. Altay dağları ve yöresi
Hunlar aracılığıyla ilk Türk kültür ve sanatının yeşerdiği merkez oluyordu.
Altay dağlarında rastlanan zengin kurganlar bunun en açık göstergesidir.
Ölülerin eşyaları ile beraber gömüldükleri mezarlara kurgan adı verilmekteydi.
Düz kılıçlara karşılık Türklerin yaptıkları eğri kılıçlara kurganlarda çokça
rastlanmıştır. Göktanrı'ya inanan Hunlar her zaman güneşin doğduğu yer olan
doğuya büyük saygı gösterirler ve törenlerini doğuya dönerek yaparlardı.
Altayların kuzeyinde zengin altın madenlerinin bulunması, Hun kültüründe ve
sanatında altın ve altından eşyaya ayrı bir yer kazandırmıştır. Orhun nehrinin
yanında Hunlar kendi başkentlerini kurmuşlar ve sanat eserleri ile bu bölgeyi
donatmışlardı.Altaylıların yerli dokuma tekniğinin yanı sıra Çin ipeklileri ve
İran dokumaları da Hunların günlük yaşamına girmişti. Yünden yapılan keçeler
dokuma tekniğinin önde gelen ürünüydü. Üzerleri çeşitli süslemeler ile kaplı
keçeler değişik yerlerde kullanılıyordu. Süs resimleri arasında av sahneleri
birinci plandaydı. Altay dağları ile Güney Rusya arasında her zaman bir kültür
bağlantısı bulunmuş ve Kazakistan bozkırları bu iki bölge arasında bir kültür
köprüsü görevi yapmıştı. Altay dağlarındaki Pazırık bölgesi Doğu ve Batı
kültürlerinin kaynaşması ile yepyeni bir uygarlığa kavuşmuştu. Hunlar yeni bir
kültürün yaratıcısı olarak tarih sahnesine çıkıyorlardı. Büyük İskender'le
beraber Batı Türkistan'a gelen Yunanlıların motiflerini Hunlar alarak daha
geliştirdiler ve değişik biçimler ortaya çıkardılar. Keçeler üzerindeki Yunan
motifleri yanı sıra Hun sanatı içinde Çin motiflerine yer verilmiştir.
Hun sanatında yer alan en önemli sahneler daha çok hayvan
resimleri ve hayvan kavgalarıyla ilgilidir. Ayrıca, Hunlar her türlü hayvanın
heykelini de yapmışlardır. Heykel yapımında daha çok bronz kullanılmıştır.
Ancak tahtadan yapılmış hayvan figürlerine de rastlanmıştır. Yarı insan yarı
geyik biçiminde, ruhları temsil eden çeşitli heykelcikler de görülmüştür. Türklerin
kutsal saydıkları geyik Hun sanatının önde gelen figürleri arasında yer
almıştır. Altay dağlarında görülen hayvanlar ile savaş sahnelerinin din
açısından da bir anlamı vardı.
Altay bölgesi Hunlar sayesinde ilk Türk kültürünün doğduğu
ve kişilik kazandığı merkez olmuştur. Hayvan resimlerinin yanı sıra,
göktanrıcılık nedeniyle bolca gökyüzü resimleri de yapılmıştır. Çünkü onların
gökleri Çin ve Hindistan'da olduğu gibi bulutlu ve karanlık değildi. Ay ve
yıldızlar eski Türk kültüründe simgesel anlama sahiptiler. Gökteki yıldızlara
bakarak yollarını bulurlar, iklimin değişip değişmeyeceğine karar verirlerdi.
Türkler göğe önem vermişler, bütün ufukları kaplayan göğün kendisinin de bir
Tanrı olduğuna inanmışlardı. Yerle bağlantıları yalnızca at ayakları ile
kuruluyordu. Hunlara göre göğün bir ortası bir de deliği vardı. Kutup yıldızına
demir kazık adını vermiş ve bu yıldızı göğün ortası olarak benimsemişlerdi.
Dünya ile göğün bu demir kazığın çevresinde döndüğünü varsayıyorlardı.
Hunlar devrinde Tanrı Dağları bölgesi, Altaylar' dan daha
yoksuldu. Bu yüzden Tanrı Dağları'ndaki buluntular Altaylar'dan daha az
olmasına karşılık iki bölge kültürü arasında büyük benzerlikler vardır.
Altaylar'da hangi kültür dönemi başlamışsa bunun etkisi çevre bölgelerde de
gözlemlenmiştir. Altaylar'da başlayan demir çağı hemen civar bölgelere de
yayılmıştır. Bu açıdan Hun döneminde Altaylar etkin bir kültür merkezi
görünümündeydi. Orhun nehrinin kaynağı Büyük Hun Devleti'nin de başkentiydi.
Orhun nehri ve civarı ilk Türk kültürünün en önemli belgeleri ile doludur. Bu
belgeler incelenince Orhun bölgesinin dış kültür etkilerinin bütünüyle dışında
kaldığı anlaşılmıştır.Orta Asya'da ilk Türk kültürünün yaratıcısı olan Hunlar
bu kültürü gittikleri bütün bölgelere beraberlerinde götürmüşler ve
egemenlikleri altına aldıkları tüm bölgelerin halkına bu kültürü aşılamışlardı.
İyi Kurulmuş Düzenin Çöküşü
Boy ve budun üzerindeki egemenlikler babadan oğula geçerdi.
Beyler ile karabudun arasında kesin bir ayırım bulunduğuna dair bilgi yoktur.
Beylerin otoritelerinin artmasına ve servet farklılaşmasına karşılık boy
içindeki ailelerin de sürüleri bulunur ve boyun özgür üyeleri olarak
sayılırlardı. Çin köylüleri büyük toprak kiraları yüzünden yoksul duruma
düştükleri zaman Çin Seddi'ni aşarak Hun ülkesine sığınmışlardı. Hunlar ile Çin
arasındaki anlaşmaya rağmen, yoksul Çinlilerin Hun ülkesine sığınmaları önlenememişti.
Hunlar'da boy dayanışmasına dayanan ataerkil yaşam sürdüğünden boylardaki
kölelerin yaşama koşulları Çin'e oranla daha elverişliydi. Aslında Hun siyasal
birliğinin kuruluşunda, otlakların yitirilmesi ve genel bir yoksulluğun
başlaması önemli rol oynamıştı. Bu nedenle, Hun devletinin ilk dönemlerinde boy
dayanışmasının ve boyiçi demokrasinin bir ölçüde geçerli olduğu düşünülebilir.
Her yılın dokuzuncu ayında, geniş bir alanda herkesin katıldığı bir toplantının
düzenlenmesi, sayım yapıldıktan sonra ortak sorunlar üzerinde herkesin
ayrıcalıksız konuşması Türkler'de demokrasi geleneğinin ilk belirtisi
sayılabilir. Sonraları, Çin ile ilişkilerin gelişmesi ve bu ülkenin haraca
bağlanması ile toplumsal düzen değişecek, geniş kitle yoksullaşırken beyler giderek
zenginleşecektir. Çobanlar, artık giderek köleler arasından seçilmeye
başlanacaktır. Zenginleşmenin belirtileri, mezarlarda saklanan değerli kumaş ve
eşya ile anlaşılmaktadır. İlk dönemlerde dengeli görünen Hun toplumsal düzeni,
zenginleşmenin başlamasıyla beraber sarsılmış ve sürekli olarak yoksulların
direnmeleriyle karşılaşmıştır. Başlangıçta hem askeri, hem de demokratik yapıda
kurulan bu düzen, sonraları demokratik olma niteliğini yitirmiş ve zenginlerin
baskısı altına girerek toplumsal adaletsizliklerin doğmasına yolaçmıştır.
Ekonomik sorunlar ve yoksulların direnmeleri gündeme geldikçe, Hun
imparatorları Çin'in zenginliklerini ele geçirmeyi düşünmüşlerdir. Ne var ki,
bazı kuşkular öne geçince Çin'i ele geçirme düşüncesi yerini ticaret ve haraca bağlama
düşüncesine bırakmıştır.
Hun devleti büyüdükçe, Hun sarayında ve devlet
yöneticilerinde lükse eğilim giderek arttı. Hunluların gereksinmeleri artarken
Çinliler daha az mal vermenin yollarını arıyorlardı. Çinlilar haraçtan
kurtulmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Milat yıllarına doğru Çinliler
karşı saldırıya geçerek, hem haraçtan kurtuldular, hem de İpek Yolu'nu ellerine
geçirdiler. Hunlara verilen haraçların kesilmesi üzerine devletin bağlı boylar
üzerindeki baskısı ve sömürüsü giderek arttı ve böylece iç kargaşalıklar Hun
ülkesinde yayılmaya başladı. Çinlilerin ve civardaki boyların saldırı ve
yağmaları sonucunda Hunlar, sahip oldukları sürüleri, zenginlikleri zamanla
yitirdiler. Bazı budunlar, ayaklanarak, Hunların zenginlik kaynağı olan hayvan
sürülerini alıp götürdüler.
Tarım bölgesinde ise, İpek Yolu için Hun ve Çin orduları
sürekli bir çatışmaya girdiler. M.Ö.60 yılında çeşitli savaşlardan sonra
Çinliler Tarım bölgesinde yerleştiler ve askeri garnizonlar kurarak ipek
Yolu'nu denetimleri altın aldılar. Ekonomik darlık ve askeri güçsüzlük sürüp
gittikçe maddi yardım düşüncesiyle bazı boylar Çin egemenliği altına girdiler.
Hun ülkesinde sol bilge elig ile sağ bilge elig arasında Çinlilere karşı
izlenecek tutum yüzünden büyük anlaşmazlıklar çıktı. Hun prensleri arasında
sert ve kanlı boğuşmalar başladı ve böylece Hun birliği dağılmaya yüz tuttu.
Sağ bilge elig, kendine bağlı kesimlerle beraber Kuzey Çine gitti ve Çin
İmparatoruna bağlılığını bildirdi. Yukarıda anlatıldığı gibi, sol bilge elig
Cici ise Batı Hun topraklarında yeni bir Hun devleti kurdu ama, bu kısa ömürlü
oldu. Milat yıllarında Büyük Hun İmparatorluğu genel anlamda sona erdi. Yerine
çeşitli devletler kurulduysa da yeniden bu birliği ve güçlü imparatorluğu
canlandırabilmek olanaksızlaştı. M.S.48 yılında, Büyük Hun İmparatorluğu bir
daha birleşmemek üzere Kuzey ve Güney Hun Devleti olarak ikiye bölündü. Güney
Hunları zamanla Çin egemenliği altına girdiler. Tarım bölgesinde ise, Hun
boylarının desteklediği ayaklanmalar Çin ordularına büyük zararlar verdi.
Türk devlet geleneğinin ilk temellerinin atıldığı ve Türk
boyları arasındaki geleneklerin devlet yönetimi ile bütünleştirildiği Büyük Hun
İmpara-torluğu'nun, Türk tarihi ve Türk devletleri tarihinde önemli bir yeri
vardır. Özellikle Mete Han, yaptıkları ile Türk imparatorları arasında bir
devlet kurucu olarak haklı bir yere sahiptir. Devleti kurmanın yanı sıra
örgütlemekte de Mete Han çok önemli atılımlar yapmış ve daha sonraki Türk
devletleri için örnek oluşturmuştur.
Hunlar Arasında Bölünmeler
Hohanye ve oğulları Çin Seddi'nin kuzey bölgelerinde,
Hunlara bir yüzyıl kadar imparatorluk yaptılarsa da, Çinin baskılarına
dayanamadılar. M.S.II. yüzyılın
başlarında, Asya Hunları birbirlerinden ayrı üç devlet görünüşündeydiler.
1. Balkaş Gölü çevresinde Cici Hunlarından arta kalan halk,
2. Barköl bölgesinde Kuzey Hunları,
3. Kuzeybatı Çin sahasında Güney Hunları.
Kuzey Hunları'ndan, eski Hun merkezi civarında kalanlar 155
yılına doğru Siyenpiler tarafından Batı'ya itilerek göçe zorlandılar. Güney
Hunları da kendi içlerindeki çatışmalar yüzünden yeniden ikiye bölündü. Giderek
baskısını artıran Çin, M.S.220 yıllarında bu toprakları ele geçirdi. Bununla
birlikte Asya Hunları M.S.V. yüzyıla kadar dağınık biçimlerde varlıklarını
sürdürdüler. Asya Hunları sonraki yıllarda Çin'in çeşitli bölgelerinde kısa
ömürlü küçük devletler kurdular. Çin sahasında Hun siyasal yaşamı ortadan
kalktıysa da, Hunlar Cici iktidarının yıkılmasından sonra Aral Gölü'nün
çevresine dağılarak o bölgede yaşamlarına devam ettiler. O bölgede var olan
diğer Türk boyları ile birleşerek çoğalan Hunlar, iklim değişikliği ve kuraklık
nedenleriyle Hazar Denizi'nin kuzeyinden Avrupa'ya doğru göç ettiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder