9 Mart 2015 Pazartesi

BÜYÜK HUN İMPARATORLUĞU


Tarihte 16 Türk İmparatorluğu

Büyük Hun İmparatorluğu (M.Ö. 204-M.S. 216)

Batı Hun İmparatorluğu (M.S. 48-216)

 Avrupa Hun İmparatorluğu (M.S. 375-469)

 Ak Hun İmparatorluğu (M.S. 420-552)

 Göktürk İmparatorluğu (M.S. 552-745)

 Avar İmparatorluğu (M.S. 565-835)

 Hazar İmparatorluğu (M.S. 651-983)

 Uygur Devleti (M.S. 745-1368)

 Karahanlılar (M.S. 940-1040)

 Gazneliler (M.S. 962-1183)

 Büyük Selçuklu İmparatorluğu (M.S. 1040-1157)

 Harzemşahlar (M.S. 1097-1231)

 Altınordu Devleti (M.S. 1236-1502)

 Büyük Timur İmparatorluğu (M.S. 1368-1501)

 Babür İmparatorluğu (M.S. 1526-1858)

 Osmanlı İmparatorluğu (M.S. 1299-1922)

 Büyük Hun İmparatorluğu (M.Ö.204-M.S.216)

Hunlar İç Asya'da ortaya çıkan ilk büyük Türk devletini kurmuşlardır. Sağladıkları büyük askeri güç ile tüm Asya'yı kaplayan geniş bir imparatorluk kurmuşlardır. M.Ö.III. yüzyılda ortaya çıkan Hunların daha sonraları Avrupa'da Roma İmparatorluğu sınırlarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. İç Asya'da ortaya çıkan bu büyük göçebe kavim, Çin kaynaklarında Hiung-nu olarak anılmaktadır. Asya Hunları adı tarihte ilk kez M.Ö.318 yılında yapılan Kuzey Şansi savaşında geçer.  Kuzeyde ve kuzeybatıda daha sonra Hunların yerleşme alanlarında sürekli hareket halinde bulunan kavimler arasında Jung ve  Ti kabileleri önemli bir yer tutmuşlardır. Bunları, daha sonraları tarihçiler, Hunlar arasında saymıştır. Bu kollektif ad altında ilerde Hunlara bağlı olarak birçok kavimin yer aldığı görülmektedir. Hunların Çin kaynaklarına girmeleri, Çin sınırlarından içeriye doğru yaptıkları sürekli akınlar yüzündendir. Çin sınırlarından içeri giren bu kavimler gittikleri yerleri yağma ederek yakıp yıkmışlardır. Ayrıca Çin prensleri ve hanedanları birbirlerine karşı giriştikleri savaşlarda, genellikle kuzeyde oturan Hunların yardımını istemişlerdir. Hunların Çin tarihinde ortaya çıkmalarının bir büyük nedeni de Çin'de sürüp giden iç savaşlardır. Ayrıca Çin'in dağınık olan iç durumu da Hunların bu ülkeye sürekli akın yapmaları için elverişli bir ortam yaratmıştır. Hun saldırıları sonucunda Çin ülkesinde bulunan beş krallık yıkılıp gitmiştir. Ayakta kalan krallıklar arasında rekabetin devam etmesi karşısında Hunlar Çin'e yeniden saldırmak durumunda kalmışlardır. Hun saldırıları sonucunda Chou Hanedanı çökmüş ve ortada yalnızca Tis Hanedanı kalmıştır. Bu hanedan giderek güçlenmiş ve Hunların yardımıyla Çin'de güçlü bir merkezi krallık kurmuştur. Bir süre sonra bu hanedanın da çökmesi üzerine bölgede Hun etkinliğini artmış ve Hunlar sonraları Kore'den Aral Gölü'ne kadar uzanan büyük bir imparatorluğu kurma olanağına kavuşmuşlardır.

 İmparatorluğa Doğru

Hun İmparatorluğunun asıl yönetici öğesini meydana getirenler Türk boylarıydı. Türklerin yanı sıra Moğollar ve Tunguzlar gibi diğer Orta Asya kavimleri de bu imparatorluk içinde yer almışlardır. Bu devlette orman kavimleri olan Moğolların veya Tunguzların değil, bozkır kavmi olan Türklerin kültürü egemen olmuştur. Devletin hanedanı Türk, kullandığı dil de Türkçe idi. Türkçe'den gelen "Hun" adı adam, insan ve halk anlamına geliyordu. Mongoloid ırkla ilgisi bulunmadığı anlaşılan Hunların kurdukları devlet ve uygarlığın tarihi M.Ö.2500 yılına kadar uzanmaktadır. Kansu ve Şensi bölgeleri Hun uygarlığının ana merkezidir. Hunlar genellikle, av, hayvancılık ve tarımla uğraşmışlardır. Büyükbaş hayvan yerine at yetiştirmişlerdir. Hunlar daha sonraları Türkler diye adlandırılan boyların ilk atalarıdır.           

Hunlar genelde göçebe bir kavim olduklarından yalnızca Çin'e değil, Asya'nın tüm bölgelerine göçler ve akınlar yapmışlardır. Onların bu hareketli ve savaşçı yaşamları nedeniyle kurdukları devlet kısa zamanda büyümüş ve Türklerin ilk kurduğu imparatorluk durumuna gelmiştir. Savaşçı bir yapıya sahip bulunduklarından o dönemde yaşayan hiçbir ulus Hunların akınlarını durduramıyordu. Bitip tükenmeyen Hun saldırılarından bıkan Çinliler, sonunda kurtuluşu, ülkelerini çevreleyen Büyük Çin Seddi'ni yapmakta buldular. Hun devletinin ilk kurucusu Teoman'dır. M.Ö.220'de başa geçen ilk Hun hakanı Teoman o zamana kadar dağınık yaşayan Hun boylarını merkezi bir yönetim altında toplayarak Hun devletinin ilk kurucusu olmuştur. Teoman'ın kuruculuğundan sonra başa Mete geçmiştir. Mete babasının kurduğu devleti kısa zamanda başardığı fetihlerle imparatorluğa dönüştürmüştür.

Başa geçiş sırasına göre Hun hakanları şunlardır.

1.   Teoman  M.Ö.220-M.Ö.209

2.   Mete  M.Ö.209-M.Ö.174

3.   Lao-Şang  M.Ö.174-M.Ö.160

4.   Kung-Sin  M.Ö.160-M.Ö.126

5.   Iti-Sie  M.Ö.126-M.Ö.114

6.   U-vey  M.Ö.114-M.Ö.105

7.   Ousiuliu  M.Ö.105-M.Ö.102

8.   Kiuliu-hou  M.Ö.102-M.Ö.101

9.   Tçietiheu M.Ö.101-M.Ö.96

10.   Houloku M.Ö.96-M.Ö.85

11.   Houyenti M.Ö.85-M.Ö.68

12.   Hiuliukiu M.Ö.68-M.Ö.60

13.   Voyenkiu M.Ö.60-M.Ö.57

14.   Houhansie M.Ö.57-M.Ö.31

15.   Feoutchou M.Ö.31-M.Ö.20

16.   Seuhiaijo M.Ö.20-M.Ö.12

17.   Tcheyajo M.Ö.12-M.Ö.8

18.   Outchou M.Ö.8-M.S.13

19.   Ouloijou M.S.13-M.S.18

20.   Houthouulh M.S.18-M.S.46

21.   Pounou M.S.46-M.S.66

22.   Yeou-lieou M.S.66-M.S.87

23.   Yu-chukieu M.S.87-M.S.92

İlk Türk İmparatoru Teoman Dönemi (M.Ö.  220- 209)

Hun İmparatorluğunu kuran İlk Türk İmparatoru Teoman,  M.Ö. 300 lü yıllarda, bölgesinde güçlü bir kabilenin lideri durumunda olan Teoman, liderlik vasfıyla bölgesindeki diğer kabileleri de kendi bünyesine katarak güçlenerek bulunduğu coğrafyada söz sahibi oldu. Zamanla bölgedeki tüm Hun kabilelerini de himayesi altına alarak merkezi bir yönetim altında topladı ve M.Ö. 220 yılında Dünya Tarihine yön verecek Büyük Hun İmparatorluğunu kurdu.

Türk boyları, bulundukları coğrafyaya en yakın güç olan Çinliler ile tarihleri boyunca mücadele ettiler. O döneme kadar Hunlar, varoluşlarını korumak için Çinle savaşmışlardı. Hun İmparatorluğunun kurulmasıyla birlikte bu savaşlar varoluş mücadelesinden hakimiyet mücadelesine döndü. Teoman, hükümdarlığı süresince 4 yöne doğruda büyüyerek 11 yıl içerisinde bugünkü Kazakistan sınırlarından daha geniş bir alanı hakimiyeti altına aldı. Zamanla bölgede yaşayan bazı Tunguz ve Moğol boylarıda Hun imparatorluğunun yönetimi altına girdiler.

M.Ö. 209 yılına kadar yaşayan Teomanın iki karısından iki oğlu bulunuyordu. Oğulları arasında bir seçim yaparak karısı Yenşi den olan oğlunu muhafazası altına alarak diğer oğlu Mete’yi, ihtilaflı olduğu Yüeçi’lere rehin olarak gönderdi. Ancak daha sonra oğlu Mete’nin ellerinde bulunmasına rağmen Yüeçilere savaş açtı. (Kimi Çin kaynakları Mete’yi öldürmek için bu savaşı başlattığını vurgular. ) Teoman hedefine varmadan oğlu Mete, Yüeçilerin elinden kaçtı. Teoman, Mete’nin gösterdiği bu mukavemet karşısında onu ödüllendirmek için 10 Bin çadırlık bir topluluğu Mete’nin emrine verdi. Ancak Mete, güçlenerek Teomanı, üvey annesi Yenşiyi ve kendi kardeşini öldürerek kağan oldu.

Mete Dönemi (M.Ö. 209-174)

Mete, Tartışmasız Türk Tarihinin en kudretli kağanıdır. Tarihi yazıtlarda Oğuz Kağan ve bazı araştırmacılara göre Kur-an’ı Kerim’de adı geçen Zulkarneyn a.s. olduğu iddia edilmektedir. Hükümdarlığı döneminde Hun İmparatorluğunun sınırlarını Hazar Denizinden Japon Denizi (Bugünkü Kuzey Kore) kadar genişletmiş, orta asyadaki demografik yapıyı şekillendirerek tarihe adını altın harflerle yazmış büyük bir imparatordur. Aynı zamanda ilk Düzenli orduyu kurarak diğer milletlere ilham kaynağı olmuştur.

Tarihde Çavuş Oku olarak tabir edilen ıslıklı okun mucidinin Mete olduğu kabul edilir. Bu ok, hangi yöne giderse emrindeki askerlerin hepsi o yönü hedef alarak hedefi yok ederlerdi. Çin kaynaklarında geçen bir bilgide Mete, okunu kendi atına yöneltti.  Askerleride aynı yöne hedef aldı ancak bazı askerleri tereddüt etti. Bunun üzerine Mete, okunu sırayla tereddüt edenlerin üzerine çevirdi ve ok atmakta tereddüt eden tüm askerlerini kendi okuyla öldürdü. Bu olay binlerce yıl boyunca Türk Askeri yapısındaki emrin tartışılmazlığı olgusunu ortaya çıkarttı. Mete’nin bu askeri disipline sahip ordusu, bir süre sonra oklarını Teoman’a yönelteceklerdi. M.Ö. 234 yılında doğan Mete, babası Teoman’ın ikinci oğludur. Mete yetişme sürecinde Hun İmparatorluğunun kuruluşu ve yükselişine şahitlik ederek kağanlık ve liderlik vasfınıda kazanmış oldu. Babası Teoman’ın 15 yaşında kendisini, ihtilafta olduğu Yüecilere rehin vermesiyle 4 yıl kadar esir yaşadı. Esir hayatı kardeşi ve babasına karşı kin duymasına sebep oldu. Kendisinin halen esir olmasına rağmen, babası Teoman’ın Yüecilere savaş açması açıkca kendi ölümü anlamına geliyordu. Ancak Mete, babası Teoman Yüecilerle karşılaşmadan önce kaçarak esaretten kurduldu.

Babası, bu mukavemetini ödüllendirmek için Mete’nin emrine 10 Bin çadırlık bir beylik verdi. Mete, sahip olduğu liderlik vasfı ve esaret döneminin de etkisiyle güçlenerek büyük bir ordu kurdu ve M.Ö. 209 yılında babası Teoman’ı, üvey annesi Yenşi ve kardeşini öldürüp hükümdarlığı ele geçirerek Hun İmparatorluğunun ikinci ve en büyük kağanı oldu.

Mete, önce babası Teoman’dan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve ağır bir darbe vurarak antlaşma yaptı ve Donghu ları vergiye tabi tuttu. M.Ö. 208 yılında ise tamamen hakimiyeti altına aldı. Donghu’lardan sonra Kuzey Moğolistan bölgesinde yaşayan Tunguzlarıda hakimiyeti altına aldı. M.Ö. 177-165 yılları arasında ise gençlik yıllarında esareti altında bulunduğu Yüeçilerin üzerine seferler düzenledi. M.Ö. 203 de, Çinden sonra en büyük tehdidi oluşturan Yüeçileride mağlup ederek topraklarına kattı. Daha sonrada Ordos bölgesine hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yenerek bölgedeki hakimiyetini güçlendirdi. Bu hakimiyetten sonra bölgede hakimiyetine almadığı tek yönetim olan Çin kaldı. Yeni hedef olan Çinin üzerine sürekli ve yoğun seferler düzenleyerek Altın Nehir bölgesindeki Çin kalelerini egemenliği altına aldı. Bu zaferlerle sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticaret yollarının kontrolünü eline geçirmiş oldu.

M.Ö. 221 Çinde siyasi birlik sağlanarak M.Ö. 206 da Han Hanedanı  iktidara geldi. Bu dönemde Mete de bozkır birliğini kurarak bölgedeki hakimiyetini kesinleştirdi. Artık Çin ve Hun arasında çok büyük bir savaşın çıkması kaçınılmaz hale gelmişti. Çin Han hanedanı, Hunların üzerine 320 Bin kişilik devasa bir orduyla yürümeye karar verdi. Çin tarih kaynakları bu savaştan uzunca söz eder. Zira tümüyle Süvari birliklerinden oluşan Hun ordusu, sayıca az olmalarına karşın yüksek askeri teknikler ve stratejiler uygulayarak ordunun başındaki Han’ında başında bulunduğu Han Ordusunu büyük bir yenilgiye uğrattı. Bu savaş tarihe Baideng muharebesi olarak geçmiştir. Bu savaşın sonucunda Hunlar, Çin Hanedanlığını hem kuzey bölgesindeki geniş topraklara sahip olmuş hemde yüksek vergiye bağlayarak Çine tarih boyunca üzerlerinden atamayacakları Hun (Türk) korkusunu yaşatmıştır.

M.Ö. 174 yılına kadar yaşayan Mete, öldüğünde Hazar Denizinden Japon Denizine kadar olan topraklara hakim olan 18 Milyon M² lik bir alana sahip, bölgedeki toplulukları kendi yönetimi altında toplamış,  tarım havzaları ve vaha şehirler oluşturmuş, ekonomik olarak gelecek Hun yönetimlerin önünü açıp, yüksek disipline sahip düzenli ve çok güçlü bir orduya sahip devasa bir imparatorluk bırakmıştır.

Lao-Şang / Kiyük / Ki-Ok Dönemi (M.Ö. 174-161)

Mete den sonra, hükümdarlığı Lao-Şang almıştır. Bazı tarihi kaynaklarda ismi Kiyük ve Ki-Ok olarak da geçmektedir. Lao-Şang döneminde Mete nin kurduğu muazzam imparatorluk istikrarlı bir şekilde devam ettirildi. Hun İmparatorluğunun sınırları zaten çok büyük bir coğrafyaya hükmettiği için bu dönemde fazlaca sınır genişletilmedi. Ancak, Lao-Şang, Mete’nin tarih sahnesinden silmek için uğraştığı ve yok olma noktasına getirdiği Yüecileri kesin olarak mağlup etmiş ve tarih sahnesinden silmiştir.

Hun İmparatorluğu, Lao-Şang döneminde istikrarını devam ettirirken Çin, Hun’lara karşı üstünlük sağlamak ve ağır yenilgiler alarak çekildiği ve küçüldüğü coğrafyada söz sahibi olmak amacıyla büyük ve önemli reformlar hayata geçirmeye başladı. Askeri strateji ve donanımlarını Hun askeri sistemine göre düzenleyip disipline etmeleri bu dönemde başladı. Aynı zamanda siyasi ve askeri reformlarla birlikte Hun birliğini yıkmak ve Hun İmparatorluğu bünyesindeki Türk olmayan toplulukları kışkırtarak Hunların gücünü azaltmak için çeşitli entrikalar üretmeye, tarih kaynaklarında sıkca rastladığımız tabirle kaleyi içten fethetmek için beşinci kol faaliyetleri yürütmeye başladı. Lao-Şang döneminde bu girişimleri sonuçsuz kalsa da ilerleyen dönemlerde başarılı olmuştur.

Lao-Şang’ın ölümünden sonra veliahtı Kün-Çin yönetime geçmiştir.

Büyük Hun İmparatorluğu, muazzam gücünü Kün-Çin döneminde kaybetmeye ve küçülmeye başladı. Çin Hanlığının kendi içinde uyguladığı reformlar ve Hun bünyesinde yürüttüğü entrikalar başarılı olmaya başlamış ve Hun İmparatorluğunu Kün-Çin döneminde zayıflatmaya başlayarak ilerleyen dönemlerde bu imparatorluğu yıkmayı başarmıştır.

Hunlarda Devlet Yönetimi

Mete'nin oluşturduğu kavimler federasyonu, ilk göçebe Türk İmparatorluğu olarak Asya topraklarında kurulmuştur. Devlet, soyluluk derecesine göre hiyerarşi içine girmiş boy ve budun topluluğuna dayanırdı. İmparatora Büyük Tanhu adı verilir ve Tanhu'ya bağlı bir hassa birliği bulunur, bu birlik aracılığıyla tüm ülke yönetilirdi. Tanhu ve ailesi ülkenin en iyi sürülerine sahip olup, bu sürüler gene ülkenin en iyi otlaklarında beslenirdi. Tanhu'nun karargâhında bir merkez bürokrasisi gelişmişti ve saray bürokrasisinde okumuş Çinliler kullanılmıştı. Askeri yönetimde, Çin'e karşı savaşırken bile Çin'i bilen Çinliler danışman olarak çalıştırılmıştı. Hun İmparatorluğu, Türkler arasında ilk kez devlet niteliği gösteren bir birlik oluşturmuştu.

Bozkırda, pek uzak köşelere dağılmış boyların yönetimi için boylar sol ve sağ olarak bölünürlerdi. Askeri örgütlenmede de sol ve sağ ayırımı uygulanır, sol genellikle sağa üstün tutulurdu; çünkü güneşi yücelten Türkler'de yüz güneye çevrilince sol güneşin doğduğu yerdir. Hunlar'da bu durum sol bilge elig ve sağ bilge elig olarak adlandırılırdı.

Bunlar sol ve sağ kanat krallarıydı. Sol bilge elig Büyük Tanhu soyundandı ve veliahttı. Aynı zamanda sol ve sağ orduların komutanı da sayılan bu iki elig sağ ve sol boyların yönetimi ile ilgiliydi. Bunlar genellikle Tanhu'nun kardeş ve oğullarıydı. Çoğu düşman olan zorla bağımlı kılınmış bulunan boy ve budunları yönetebilmek için sağ ve sol eliglerin küçük oranda da olsa doğrudan kendilerine bağlı bir askeri güce ve büyük sürülerini otlatacak insanlara gereksinmeleri vardı. Bunu, onlara ayrılmış boy ya da budun yerine getirirdi. Göçebe sistemde toprak değil, boy ve budun paylaşılır, toprak ikinci planda kalırdı. Yerleşik feodal sistemde ise paylaşılan topraktı. Eligler bu çekirdek ordu ve boya dayanarak öteki özerk boyları yönetirlerdi. Onların hemen altında sağ ve sol doğru kralları vardı ki, Hunlar bunlara dört köşe adını verirlerdi. Daha alt köşede de altı köşe adını alırlardı.

Hunlar'da Tanhu'nun boyundan başka ayrıcalıklı ve soylu sayılan dört boy daha bulunurdu. Çin kaynaklarına göre bu boyların ikisi sağda-batıda, ikisi de solda-doğudaydı. Bu soylu boyların, Doğu'ya ve Batı'ya doğru göç etmeleri, onların da beylerinin önderliğinde bağımlı boyların yönetimine katıldıklarını gösterir. Bu soylu boylardan hepsinin Tanhu soyuna akraba oldukları belirtilir.

Ordu yalnızca soylu boyların ve köle olmayan özerk boyların sağlayacağı askerlere dayanmazdı. Savaşta yenilen ve köleleştirilen boylar da aynı biçimde asker sağlamakla yükümlüydü. Bu nedenle Mete Han bozkırda yüzyıllar boyu kullanılacak ve Cengiz Han zamanında geliştirilecek olan onlu düzenleme sistemini geliştirmişti. Ordu, her birinin başlarında şefleri bulunan 10,100,1000 kişilik bölümlere ayrılmıştı. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı deyimleri bu düzenlemeden ileri gelmekteydi. Bu birlikler boylar çerçevesinde gerçekleştirilirdi. Büyük aile 10, boy 100, budun ise 1000 asker sağlamakla yükümlüydü. Bazen bu rakamlar boyların ve budunların durumlarına göre değişmeler gösterebiliyordu. Bu türlü birimler Tanhu'nun, ili 24 changa ayırmasıyla bütünleşebilirdi. Tepede sol ve sağ eligler ve her iki kanatta da onbirer askeri şef vardı. Toplam sayıları iki elig ile birlikte 24'tü. Bu 24 şef içinde kağan soyundan gelen prensler ile büyük askeri şeflerin karmaşık bir hiyerarşisi bulunmaktaydı. Şefler derecelerine göre az çok kalabalık bir askeri birliğin komutanı olurlardı.

Diğer yandan, askeri sistem mülki yönetimin de temelini oluşturmaktaydı. Bu sistem akrabalığa dayalı sistemi yıkarak merkeziyetçi bir yönetim getirmişti. Hun devletinde boylar merkeziyetçi bir yapıda yaşamışlardı. Askeri şef, genellikle komuta ettiği askerlerin beyi idi. Bazen, kavim kökünden kopmuş askeri şefler kullanılmışsa da, yöresel beyler yönetimindeki boy örgütlenmesi ve boy dayanışması eskisi gibi olurdu. Barış zamanında bir boyun askerleri geleneksel beyinin yanında çobanlık yapardı. Hem beylerine, hem de beylerinin aracılığıyla Hun devletine vergi öderdi. Boylar sistemi ile Hun devletinin yönetim düzeni geniş ölçüde birbirine girmiş ve özdeşleşmişti. Hun devlet örgüsü kavim sisteminin üzerine akıllıca örtülmüş bir örtüydü. Düzenli toplanan bir kurum olmamakla beraber boy ve budunların işleriyle imparatorluğun politikası arasında eşgüdümü sağlamak için zaman zaman toplanan kurultay kağan ailesini, büyük askeri şefleri, boy ve budun beylerini biraraya getirirdi. (Kagan'ın otoritesi ve kurultayın gücü konusundaki bilgilerimiz genel düzeyde ve yetersizdir.) Ekonomik işler ve askeri seferler iyi gittiği sürece Tanhu ve devlet güçlü görünürdü. Çin ve Türkistan yiyecek göndermeyince devletin ve imparatorun durumu sarsılır ve bu durumda, bağımlı yaşayan boy ve budunların merkeze karşı ayaklandıkları sık sık görülürdü. Eldeki bilgilere göre Hun devleti, vergi ve asker sağlamakla yetinen ve bağımlı boy ve budunların iç düzenlerine pek az dokunan, ince bir bürokrasiye ve hiyerarşik biçimde sıralanmış boy ve budunlara dayanırdı. Köle durumundaki boylar bile vergi ve hizmet yükümlülükleri dışında özerkliklerini korurlar ve kendi ekonomik uğraşlarını sürdürürler, kendi hayvan sürülerini yetiştirebilirlerdi. Bozkırda bir süre sonra boylardan birisi büyüyerek diğerlerine egemen olurdu. Efendi-köle ve boy ilişkisi bir sömürü düzeninin varlığına karşın geçici bir durumdu. Boylar içindeki gelişmeler, soylular ve karabudun ilişkisi önemli ve anlamlıydı. Nitekim, Tunguzlar örneğinin gösterdiği üzere, köle boyların beyleri ve ileri gelenleri de, Hun beyleri ve askeri şefleri arasında yer alırdı.

BÜYÜK HUN DEVLETİ

Büyük Hun İmparatorluğu, tarihte bilinen ilk Türk Devleti'dir...Hun Devleti;

•Asya Hun Devleti     ve     •Avrupa Hun Devleti olarak 2'ye ayrılır...İlk olarak M.Ö 220 yılında Teoman, Asya Hun Devleti'ni kurmuş ve ardından tahttan çekilerek tahtı oğlu Mete'ye bırakmıştır... Hun İmpratorluğu'nun kurucusu Teoman, en büyük imparatoru Mete'dir. Hun Devleti en parlak dönemini Mete Dönemi'nde yaşamıştır.. Hun Devleti, bugünkü Moğalistan bölgesinde, Çin'in kuzeyinde yer almaktaydı. Çin ile aralarında savaşlardan dolayı Çin Seddi, Çin tarafından, Hunlardan korunmak amacıyla inşaa  edilmiştir. Hun Devleti'nde eli silah tutan herkes askere alınırdı. Hunlar kendileri hakkında bilgiler bırakmamışlardır...Hunlar, kendi belgelerini bırakmadıkları için, arkeolojik deliller dışında Hun Devleti'ni öğrenmek için Çin Kaynaklarına bakmaktan başka bir şans yoktur. Çünkü Çin ve Hun Devleti arasında olan olaylar, savaşlar, antlaşmalar sırasında Çin Günlüklerine Hunların özellikleri ve yaşamları da ister istemez geçmiştir...

Hun Devleti'nde Devlet Yönetimi

 Hun Devleti'nde yöneticilerin eşlerine ka-tun (hatun) denirdi ve ka-tun'ların devlet yönetiminde yetkisi olurdu...

 Hun Devleti'nde 3 tane meclis bulunurdu...

•1. Meclis: Dini konular tartışılır. Yılın ilk aylarında toplanırdı.

•2. Meclis: Haziran Ayı'nda toplanılır ve devlet işleri görüşülürdü.

•3. Meclis: Sonbahar'da toplanılır ve askeri işler görüşülürdü.

 Devamlı devleti yöneten "Seçkinler Meclisi" bulunurdu. Buna toy denirdi...Toy, devletin önde gelenleri veya zenginlerinden oluşurdu...Tabii asıl kararları tek devlet yöneticisi olan imparator verirdi fakat meclislerde ve toy'da kararlaştırılanlar göz önüne alınarak karar verilmesi gerekiyordu.

Kavimler Göçü, Sonuçları Ve Avrupa Hun Devleti

Kavimler Göçü, yeni bir çağın açılmasına neden olan Asya Hunları'nın Avrupa'ya göçe başlamasıyla oluşmuştur...Son zamanlarda Çin baskılarından, hayvan ve bitki kıtlığından Hunlar iyice gerilemişti ve göçebe hayatlarına yeni bir göç eklemeleri gerekiyordu...Bunun için Avrupa'ya doğru yola çıktılar...Hazar Denizi'inde 3 kısıma ayrıldılar;

•Hazar Denizi'ni taşıtlarla geçenler (kayık, sandal)

•Hazar Denizi'nin altından Anadolu'ya ulaşanlar

•Hazar Denizi'nin üstünden Anadolu'ya ulaşanlar

Ama bu grupta Hazar Denizi'nin altından ve üstünden geçenlerin yaklaşık 400-450 kişi anadoludan çıkarak alttan gidenler Arabistan'a doğru, üstten gidenler Rusya-Ukrayna istikametine doğru ilerlediler...Ve Türkler, Anadolu'ya girerken Anadolu'daki bulunan imparatorlukları Avrupa'ya doğru itti.Bu sırada Avrupa'da bulunan Büyük Roma İmparatorluğu baskılara dayanamayıp, Doğu Ve Batı olmak üzere 2'ye bölündü.Hun Devleti Anadolu'ya yerleşip Asya'dan Anadolu'ya gelen Türkler, "Avrupa Hun Devleti" ismini aldı...

Not: Sakın karıştırılmasın, ayrıca Selçuklu Devleti'de Avrupa'ya akınlar yapmıştır fakat Avrupa'ya ilk akınları Hun Devleti yapmıştır!

Hunların Yaşamı

Hunlar bulundukları bölgenin özellikleri nedeniyle göçebe bir yaşam biçimi içindeydiler. Göçebeliğe önem veren Hunlar, kalelerin ve kalıcı merkezlerin güvenliliğine inanmıyorlardı. Bozkırlarını her terk edişte, zengin bir yöreye yöneliyorlardı. Geldikleri gibi, bir süre sonra gidince arkalarında yıkıntılar ve korku bırakıyorlardı. Onlara kum cehenneminden çıkmış şeytanlar, insan görünümünde büyücüler gözü ile bakılıyordu. Kürkten elbiseleri, kısa boyları, soluk yüzleri ve çekik gözleri ile gerçekten görenlere dehşet veriyorlardı. Sınırlardaki toplumları her zaman yağmalıyorlardı. Her istedikleri anda, imparatorluğun sınırlarını aşıyorlardı. Gözüpek ve acımasız bir halk olarak o dönemde her ülkede korku yaratmışlardı. Hunlar genellikle Çinlilere çok kızıyorlar ve onları yok etmek için her zaman fırsat kolluyorlardı. Hunların genel yaşamları göçebelik olduğundan, kuraklık veya iklim değişikliği gibi durumlarda hemen atlarına atlayarak civar bölgelerin yerleşme merkezlerini yağmalıyorlardı.

Hun ülkesinde ticaret, ancak belirli kentlerde yapılırdı. Halkın büyük kısmı yaylak ve kışlak ardında göçebeliği sürdürürdü. Hayvancılık ve avcılık en önde gelen uğraşlarıydı. Bütün göçebe toplumlar yiyecek, giyecek, barınak ve göç araçlarını kendileri sağlarlar, buna karşılık yerleşik komşularından tahıl, baharat, pirinç, çay gibi şeyler alarak kendi malları ile takas yaparlardı. Göçebelik birçok bakımlardan yerleşik topluluklardan ve çiftçilikten daha üstün özellikleri olan bir yaşama biçimiydi.

Başta hayvan yetiştirmek, ehlileştirmek; bitkilerin ekilmesinden, hasatından daha zor, emek, enerji ve deney isteyen üstün bir sanattı. İş yalnızca ehlileştirmekle bitmez, hayvanlara durmadan otlak ve yeşillik aranır, yedirilir ve bu emeğe karşılık süte, ete ve yüne kavuşulurdu. Bu güç yaşam koşullarında çobanlık hüneri ile beraber askerlik yetenekleri artar, sorumluluk, ileri görüşlülük, fiziksel ve ahlaksal gelişmeler güçlülük kazanırdı. İç Asya'nın bozkırlarında atlı bozkır kültürü, yüzyıllar boyunca geleneklerini korumuştur.

Bozkır yaşamı içinde, atın önde gelen bir yeri bulunuyordu. Türk boyları arasında en çok ata binenler Hunlardı. Çin kaynakları onların daha küçükken, koyunların sırtında fare, gelincik ve kuşlara, daha büyüdüklerinde tilki ve tavşanlara ok attıklarını anlatır. Genç yaşlarda bozkırın zor koşulları içinde bilinçli bir hazırlık dönemi geçirirler, delikanlılık çağında tüm silahları ustalıkla kullanan zorlu birer cengâver olurlardı. Hunlar at sırtında alışveriş yaparlar, yemek yerler ve uyurlardı. Bizanslılar Hunlarla yaptıkları görüşmelerde onların eyerden inmek istemedikleri için konuşmaların at sırtında yapıldığını anlatmışlardır. Gezginler, yazdıklarında Hunların ata olan bağlılıklarını ve at ile iç içe yaşamlarını geniş bir biçimde anlatırlar.

Pazırık bölgesindeki kazılardan Hunlarla ilgili çok şey elde edilmiştir. Hunlar birkaç çeşit çadır kullanmışlardır. En ilkeli, sırıkların birbiri ile çatışarak konik bir biçim meydana getirenidir. Konik yapısı olan karkasın üzeri keçe örtü olmadığından, karaçam veya kayın ağacı kabuğu ile kaplanır. Bugün Altaylar'da sürülerini otlatan çobanlar arasında bu çadıra Çum veya Kapa adı verilir. Sırıklar konik biçimde toprağa konduğunda üzeri keçe bir örtü ile kapatılıyor, böylece sade ve çok pratik bir barınak elde ediliyordu. Kurganlardan bu çadırlarda kullanılmak üzere dikilmiş bezler çıkartılmıştır. Bu çadırlar öküz arabaları üzerinde bir yerden diğerine kolayca götürülebiliyordu. Hunlar, Göktanrı'nın gölgesinde konaklamayı arzu ettikleri her yerde bu çadırları arabadan indirerek kullanabiliyorlardı. Ayrıca yuvarlak kubbe tipinde büyük çadırlar da kullanılıyordu. Bu çadırlar hızla kurulup gene aynı hızla sökülebildiği için göçebe yaşam biçimine uygun düşüyordu. Bir baskın ve saldırıda, kolayca yer değiştirmek için bu çadırlar çok elverişliydi. Ayrıca hayvanları otlatmak için gidildiğinde de bu çadırlar kolayca kurulabiliyordu. Bu çadırlar daha sonraları ortaya çıkan göçebe evlerinin ilk çekirdeğini meydana getirmiştir. Mimarlıktaki kümbet düşüncesi bu kubbeli çadırlardan doğmuştur. Silindirik yapısı ve kubbemsi çatısı ile bu çadırlar en sert fırtınalara bile dayanabiliyordu.

Yaylalar ve bozkırlarda Hun boylarının otlak ardında yer değiştirmeleri ilginç görünümdeydi. Hun süvarilerinin ardında öküz arabaları içinde halk yer değiştirirdi. Çeşitli takılar ve süs eşyası, hem atları hem de arabaları süslerdi. Çadır üzerinde ve sancak sopalarının uçlarında değerli madenlerden yapılmış hayvan biçiminde heykeller görülürdü. Arabaların arkasında ise hizmetçilerle esirler ayrı bir grup olarak yürürlerdi. Sürüleri besleyecek otlaklara ulaştıklarında yarım saat içinde çadırlarını kurarlar ve yerleşirlerdi. Bir tehlike anında ise, çadırlarını daha da hızlı toplarlar ve yola çıkarlardı. Bozkırda dağınık biçimde yaşayan Hun topluluklarının başında kesinlikle bir başbuğ bulunurdu.

Her türlü tehlikeye karşı askeri bir düzen içinde yaşarlardı. Savaşlar ve hayvan otlatma dışında zaman bulduklarında erkekler deri işçiliği, kemik, tahta ve madenden göçebe yaşamında her gün kullanılan çeşitli eşya yapımı ile uğraşırlardı. Kadınlar ve kızlar ise yemek ve çocuk dışında halıcılık ve keçe yapımı için tezgâhların başında çalışırlardı. Türklerin dünya uygarlığına armağan ettikleri halıyı ilk kez bir Hun kadını yapmıştır. Eşinin atma değerli bir örtü olarak düşündüğü halı daha sonraları başka amaçlarla kullanılmış ve yaygınlık kazanmıştır. Atlarını süslemek, Hunların vazgeçilmez tutkusu idi. Atların süslemesinde en çok koşum takımı ve eyerin hayvan figürleri ile bezenmesine ağırlık verilirdi. Çadırların kurulduğu yurdun içinde başbuğa bağlı bir düzen hüküm sürerdi. Çadır sakinlerinin ve eşyalarının yerleri kesin olarak belirli idi ve hiç kimse bu yerleri değiştiremezdi. Aletler ve diğer malzemeler çadır duvarlarına asılırdı. Çadırın ortasındaki ocak yeri, hem evin ortası, hem de en kutsal yerdir. Çadır sakinlerinin yeri bunun çevresinde belirlenir. Ocağın arkasında yaşlı erkekler ve konuklar için ayrılmış bir şeref köşesi bulunur, bu yere başköşe anlamına gelen tor adı verilirdi. Burası zengin nakışlı halılarla kaplanırdı. Ocağın iki yanına geceleri döşekler yerleştirilir, sabah olunca bunlar kaldırılır, yüklük biçiminde toplanır, zengin nakışlı örtülerle süslü ve düzenli görünmeleri sağlanırdı. Giyim ve ev eşyasında, yetiştirdikleri hayvanların yünlerini kullanırlardı. Yün kendileri için gerekli her şeyi yapmalarına olanak veriyordu. Gereksinmelerin dışında gelenekler nedeniyle de yünü değişik alanlarda kullanıyorlardı. Özellikle kızların çeyizi için dokumalarda yünün önde gelen bir yeri vardı. Hunlarda Kültür ve Sanat

Hunların yaşamı ve ülkelerinin özellikleri, kendilerine özgü bir kültür yaratmıştı. Hunların disiplinli yaşamlarından, sonraki Türk toplum ve devletlerini kuracak bir çekirdek meydana geldi. Türk tarihinin temelini Hun devletinin yarattığı düzen ve inanç oluşturuyordu. Altay dağları ve yöresi Hunlar aracılığıyla ilk Türk kültür ve sanatının yeşerdiği merkez oluyordu. Altay dağlarında rastlanan zengin kurganlar bunun en açık göstergesidir. Ölülerin eşyaları ile beraber gömüldükleri mezarlara kurgan adı verilmekteydi. Düz kılıçlara karşılık Türklerin yaptıkları eğri kılıçlara kurganlarda çokça rastlanmıştır. Göktanrı'ya inanan Hunlar her zaman güneşin doğduğu yer olan doğuya büyük saygı gösterirler ve törenlerini doğuya dönerek yaparlardı. Altayların kuzeyinde zengin altın madenlerinin bulunması, Hun kültüründe ve sanatında altın ve altından eşyaya ayrı bir yer kazandırmıştır. Orhun nehrinin yanında Hunlar kendi başkentlerini kurmuşlar ve sanat eserleri ile bu bölgeyi donatmışlardı.Altaylıların yerli dokuma tekniğinin yanı sıra Çin ipeklileri ve İran dokumaları da Hunların günlük yaşamına girmişti. Yünden yapılan keçeler dokuma tekniğinin önde gelen ürünüydü. Üzerleri çeşitli süslemeler ile kaplı keçeler değişik yerlerde kullanılıyordu. Süs resimleri arasında av sahneleri birinci plandaydı. Altay dağları ile Güney Rusya arasında her zaman bir kültür bağlantısı bulunmuş ve Kazakistan bozkırları bu iki bölge arasında bir kültür köprüsü görevi yapmıştı. Altay dağlarındaki Pazırık bölgesi Doğu ve Batı kültürlerinin kaynaşması ile yepyeni bir uygarlığa kavuşmuştu. Hunlar yeni bir kültürün yaratıcısı olarak tarih sahnesine çıkıyorlardı. Büyük İskender'le beraber Batı Türkistan'a gelen Yunanlıların motiflerini Hunlar alarak daha geliştirdiler ve değişik biçimler ortaya çıkardılar. Keçeler üzerindeki Yunan motifleri yanı sıra Hun sanatı içinde Çin motiflerine yer verilmiştir.

Hun sanatında yer alan en önemli sahneler daha çok hayvan resimleri ve hayvan kavgalarıyla ilgilidir. Ayrıca, Hunlar her türlü hayvanın heykelini de yapmışlardır. Heykel yapımında daha çok bronz kullanılmıştır. Ancak tahtadan yapılmış hayvan figürlerine de rastlanmıştır. Yarı insan yarı geyik biçiminde, ruhları temsil eden çeşitli heykelcikler de görülmüştür. Türklerin kutsal saydıkları geyik Hun sanatının önde gelen figürleri arasında yer almıştır. Altay dağlarında görülen hayvanlar ile savaş sahnelerinin din açısından da bir anlamı vardı.

Altay bölgesi Hunlar sayesinde ilk Türk kültürünün doğduğu ve kişilik kazandığı merkez olmuştur. Hayvan resimlerinin yanı sıra, göktanrıcılık nedeniyle bolca gökyüzü resimleri de yapılmıştır. Çünkü onların gökleri Çin ve Hindistan'da olduğu gibi bulutlu ve karanlık değildi. Ay ve yıldızlar eski Türk kültüründe simgesel anlama sahiptiler. Gökteki yıldızlara bakarak yollarını bulurlar, iklimin değişip değişmeyeceğine karar verirlerdi. Türkler göğe önem vermişler, bütün ufukları kaplayan göğün kendisinin de bir Tanrı olduğuna inanmışlardı. Yerle bağlantıları yalnızca at ayakları ile kuruluyordu. Hunlara göre göğün bir ortası bir de deliği vardı. Kutup yıldızına demir kazık adını vermiş ve bu yıldızı göğün ortası olarak benimsemişlerdi. Dünya ile göğün bu demir kazığın çevresinde döndüğünü varsayıyorlardı.

Hunlar devrinde Tanrı Dağları bölgesi, Altaylar' dan daha yoksuldu. Bu yüzden Tanrı Dağları'ndaki buluntular Altaylar'dan daha az olmasına karşılık iki bölge kültürü arasında büyük benzerlikler vardır. Altaylar'da hangi kültür dönemi başlamışsa bunun etkisi çevre bölgelerde de gözlemlenmiştir. Altaylar'da başlayan demir çağı hemen civar bölgelere de yayılmıştır. Bu açıdan Hun döneminde Altaylar etkin bir kültür merkezi görünümündeydi. Orhun nehrinin kaynağı Büyük Hun Devleti'nin de başkentiydi. Orhun nehri ve civarı ilk Türk kültürünün en önemli belgeleri ile doludur. Bu belgeler incelenince Orhun bölgesinin dış kültür etkilerinin bütünüyle dışında kaldığı anlaşılmıştır.Orta Asya'da ilk Türk kültürünün yaratıcısı olan Hunlar bu kültürü gittikleri bütün bölgelere beraberlerinde götürmüşler ve egemenlikleri altına aldıkları tüm bölgelerin halkına bu kültürü aşılamışlardı.

İyi Kurulmuş Düzenin Çöküşü

Boy ve budun üzerindeki egemenlikler babadan oğula geçerdi. Beyler ile karabudun arasında kesin bir ayırım bulunduğuna dair bilgi yoktur. Beylerin otoritelerinin artmasına ve servet farklılaşmasına karşılık boy içindeki ailelerin de sürüleri bulunur ve boyun özgür üyeleri olarak sayılırlardı. Çin köylüleri büyük toprak kiraları yüzünden yoksul duruma düştükleri zaman Çin Seddi'ni aşarak Hun ülkesine sığınmışlardı. Hunlar ile Çin arasındaki anlaşmaya rağmen, yoksul Çinlilerin Hun ülkesine sığınmaları önlenememişti. Hunlar'da boy dayanışmasına dayanan ataerkil yaşam sürdüğünden boylardaki kölelerin yaşama koşulları Çin'e oranla daha elverişliydi. Aslında Hun siyasal birliğinin kuruluşunda, otlakların yitirilmesi ve genel bir yoksulluğun başlaması önemli rol oynamıştı. Bu nedenle, Hun devletinin ilk dönemlerinde boy dayanışmasının ve boyiçi demokrasinin bir ölçüde geçerli olduğu düşünülebilir. Her yılın dokuzuncu ayında, geniş bir alanda herkesin katıldığı bir toplantının düzenlenmesi, sayım yapıldıktan sonra ortak sorunlar üzerinde herkesin ayrıcalıksız konuşması Türkler'de demokrasi geleneğinin ilk belirtisi sayılabilir. Sonraları, Çin ile ilişkilerin gelişmesi ve bu ülkenin haraca bağlanması ile toplumsal düzen değişecek, geniş kitle yoksullaşırken beyler giderek zenginleşecektir. Çobanlar, artık giderek köleler arasından seçilmeye başlanacaktır. Zenginleşmenin belirtileri, mezarlarda saklanan değerli kumaş ve eşya ile anlaşılmaktadır. İlk dönemlerde dengeli görünen Hun toplumsal düzeni, zenginleşmenin başlamasıyla beraber sarsılmış ve sürekli olarak yoksulların direnmeleriyle karşılaşmıştır. Başlangıçta hem askeri, hem de demokratik yapıda kurulan bu düzen, sonraları demokratik olma niteliğini yitirmiş ve zenginlerin baskısı altına girerek toplumsal adaletsizliklerin doğmasına yolaçmıştır. Ekonomik sorunlar ve yoksulların direnmeleri gündeme geldikçe, Hun imparatorları Çin'in zenginliklerini ele geçirmeyi düşünmüşlerdir. Ne var ki, bazı kuşkular öne geçince Çin'i ele geçirme düşüncesi yerini ticaret ve haraca bağlama düşüncesine bırakmıştır.

Hun devleti büyüdükçe, Hun sarayında ve devlet yöneticilerinde lükse eğilim giderek arttı. Hunluların gereksinmeleri artarken Çinliler daha az mal vermenin yollarını arıyorlardı. Çinlilar haraçtan kurtulmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Milat yıllarına doğru Çinliler karşı saldırıya geçerek, hem haraçtan kurtuldular, hem de İpek Yolu'nu ellerine geçirdiler. Hunlara verilen haraçların kesilmesi üzerine devletin bağlı boylar üzerindeki baskısı ve sömürüsü giderek arttı ve böylece iç kargaşalıklar Hun ülkesinde yayılmaya başladı. Çinlilerin ve civardaki boyların saldırı ve yağmaları sonucunda Hunlar, sahip oldukları sürüleri, zenginlikleri zamanla yitirdiler. Bazı budunlar, ayaklanarak, Hunların zenginlik kaynağı olan hayvan sürülerini alıp götürdüler.

Tarım bölgesinde ise, İpek Yolu için Hun ve Çin orduları sürekli bir çatışmaya girdiler. M.Ö.60 yılında çeşitli savaşlardan sonra Çinliler Tarım bölgesinde yerleştiler ve askeri garnizonlar kurarak ipek Yolu'nu denetimleri altın aldılar. Ekonomik darlık ve askeri güçsüzlük sürüp gittikçe maddi yardım düşüncesiyle bazı boylar Çin egemenliği altına girdiler. Hun ülkesinde sol bilge elig ile sağ bilge elig arasında Çinlilere karşı izlenecek tutum yüzünden büyük anlaşmazlıklar çıktı. Hun prensleri arasında sert ve kanlı boğuşmalar başladı ve böylece Hun birliği dağılmaya yüz tuttu. Sağ bilge elig, kendine bağlı kesimlerle beraber Kuzey Çine gitti ve Çin İmparatoruna bağlılığını bildirdi. Yukarıda anlatıldığı gibi, sol bilge elig Cici ise Batı Hun topraklarında yeni bir Hun devleti kurdu ama, bu kısa ömürlü oldu. Milat yıllarında Büyük Hun İmparatorluğu genel anlamda sona erdi. Yerine çeşitli devletler kurulduysa da yeniden bu birliği ve güçlü imparatorluğu canlandırabilmek olanaksızlaştı. M.S.48 yılında, Büyük Hun İmparatorluğu bir daha birleşmemek üzere Kuzey ve Güney Hun Devleti olarak ikiye bölündü. Güney Hunları zamanla Çin egemenliği altına girdiler. Tarım bölgesinde ise, Hun boylarının desteklediği ayaklanmalar Çin ordularına büyük zararlar verdi.

Türk devlet geleneğinin ilk temellerinin atıldığı ve Türk boyları arasındaki geleneklerin devlet yönetimi ile bütünleştirildiği Büyük Hun İmpara-torluğu'nun, Türk tarihi ve Türk devletleri tarihinde önemli bir yeri vardır. Özellikle Mete Han, yaptıkları ile Türk imparatorları arasında bir devlet kurucu olarak haklı bir yere sahiptir. Devleti kurmanın yanı sıra örgütlemekte de Mete Han çok önemli atılımlar yapmış ve daha sonraki Türk devletleri için örnek oluşturmuştur.

Hunlar Arasında Bölünmeler

Hohanye ve oğulları Çin Seddi'nin kuzey bölgelerinde, Hunlara bir yüzyıl kadar imparatorluk yaptılarsa da, Çinin baskılarına dayanamadılar. M.S.II.  yüzyılın başlarında, Asya Hunları birbirlerinden ayrı üç devlet görünüşündeydiler.

1. Balkaş Gölü çevresinde Cici Hunlarından arta kalan halk,

2. Barköl bölgesinde Kuzey Hunları,

3. Kuzeybatı Çin sahasında Güney Hunları.

Kuzey Hunları'ndan, eski Hun merkezi civarında kalanlar 155 yılına doğru Siyenpiler tarafından Batı'ya itilerek göçe zorlandılar. Güney Hunları da kendi içlerindeki çatışmalar yüzünden yeniden ikiye bölündü. Giderek baskısını artıran Çin, M.S.220 yıllarında bu toprakları ele geçirdi. Bununla birlikte Asya Hunları M.S.V. yüzyıla kadar dağınık biçimlerde varlıklarını sürdürdüler. Asya Hunları sonraki yıllarda Çin'in çeşitli bölgelerinde kısa ömürlü küçük devletler kurdular. Çin sahasında Hun siyasal yaşamı ortadan kalktıysa da, Hunlar Cici iktidarının yıkılmasından sonra Aral Gölü'nün çevresine dağılarak o bölgede yaşamlarına devam ettiler. O bölgede var olan diğer Türk boyları ile birleşerek çoğalan Hunlar, iklim değişikliği ve kuraklık nedenleriyle Hazar Denizi'nin kuzeyinden Avrupa'ya doğru göç ettiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder