Mete Kağan ve Oğuz Destanı
Mete, Teoman Yabgu’nun oğlu ve veliahdi (kendisinden sonra
hükümdar olacak kimse) idi. Ama Teoman Yabgu’nun başka bir eğinden de bir oğlu
olmuştu ve bu kadın Teoman’dan sonra Mete yerine kendi oğlunun hükümdar
olmasını istiyordu. Sonunda Teoman’ı kandırdı. Ama Mete Buna razı olmadı ve
derhâl bir ordu toplayarak Hun tahtını ele geçirmek üzere yola çıktı. Böylece
Türk târihinde ilk defa bu şehzade (prens), devlet uğruna babasıyla taht
kavgasına girişiyordu. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da ilk defa Birinci
Murâd’ın oğullarından Savcı (Yıldırım Bâyezîd’in ağabeyisi) babasına karşı
çıktı; sonra İkinci Bâyezîd’in oğlu Selim (Yavuz) babasıyla taht kavgasına
girdi. Kanûnî’nin çok sevdiği eşi Hurrem Sultân kendi oğlu Selîm’i (İkinci
Selim) velîahd yapmak isteyince, pâdişâhın öbür oğulları (Mustafa ve Bâyezîd)
da babalarına isyan ettiler.
Mete çok yüksek kaabiliyetli bir komutandı. Topladığı ordu
ile babasını yendi ve Hun tahtına oturdu. Çin târihleri onun üstün
meziyetlerini ve yaptığı büyük işleri uzun uzun anlatırlar. Devletinin ve
milletinin işleri için kendi çıkarlarını hiçe sayardı.
Anlatılanlara göre bir defasında Hunlar zor durumda
kalmışlar ve Çinliler’den barış istemişlerdi. Çinliler barış için Mete’nin en
sevdiği atını istediler, hemen verdi. Ama Çin hükümdarı bununla yetinmedi,
başka şeyler de istedi. Mete kendine ait nesi varsa hepsini birer birer
veriyordu. Sonra Çinliler sınırda küçük bir arazî istediler. Burası hiçbir ise
yaramayan kurak, kumlu bir topraktı. Ama Mete buna çok sinirlendi ve şöyle
dedi:
“Benden ne istedinizse verdim, çünkü onlar benim maltındı.
Ama bu toprak benim değil, milletimindir. O toprağı korumak için savaşır,
canımı veririm.”
Türklerin Oğuz Kağan Destanı’ndaki Oğuz Kağan’ın Mete olduğu
söylenir. Oğuz Kağan’ın Şehnâme’de ve Divân-ı Lugati’t Türk’de adı geçen Alp Er
Tunga olduğunu söyleyenler de vardır. Oğuz Kağan Destanı şöyledir:
Günlerden bir gün Ay Kağan bîr erkek çocuk doğurdu. Çocuk
kara saçlı, kara kaşlı, ela gözlü, kırmızı ağızlı idi. Perilerden daha güzeldi.
Çocuk, anasından yalnız bir defa süt emdi. Bir daha emmedi. Konuşmaya başladı.
Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü. Oynadı. Ata bindi. Geyik
avına bağladı. Günlerden sonra, gecelerden sonra bir yiğit oldu. Bahadır oldu.
Oğuz Kağan denen bu bahadır bir gün Tanrı’ya yakarmakta idi.
Birdenbire etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da,
güneşten de parlaktı. Oğuz Kağan gördü ki bu ışığın içinde bir kız var. Bu kız
çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup Yıldızı gibi İdi.
Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de ağlardı.
Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı.
Kız, Oğuz Kağan’a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine “Gün”, ikincisine “Ay”,
üçüncüsüne “Yıldız” adını koydular.
Oğuz Kağan gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında
bir ağaç var. Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar
bir ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi.
Oğuz Kağan’ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu
sevdi, aldı. Bu kız da Oğuz Kağan’a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine “Gök”,
ikincisine “Dağ”, üçüncüsüne de “Deniz” adını verdiler.
Bu çağda, sağ yönde Altın Kağan denen bir kağan vardı. Altın
Kağan, Oğuz Kağan’a elçi gönderdi. Pek çok altın,gümüş, yolladı. Pek çok kız,
yakut, inci gönderdi. Oğuz Kağan’a saygı gösterdi. İtaat etti. Oğuz Kağan,
Altın Kağan’ın itaatini kabul etti. Sonra kırk gün yürüdü. Buz Dağı denen dağa
geldi. Çek soğuktu. Çadırını kurdurdu.
Tan yeri ağardığı zaman Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi
bir ışık girdi. O ışıktan; gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı.
Kurt, Oğuz Kağan’a dedi ki :
- “Ey Oğuz, artık ben önünde yürüyeceğim.”
Bundan sonra Oğuz Kağan çadırları toplattı. Yola koyuldu.
Ordusunun önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdu
takip ediyordu.
Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Kağan da ordusunu
durdurdu. Burada İtil denen bir ırmak vardı. Oğuz Kağan düşmanla karşılaştı.
Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil Suyu düşman kanından
kıpkızıl oldu ve Oğuz Kağan üstün geldi.
Gök tüylü, gök yeleli kurt gene öne düştü. Oğuz Kağan’ı Sind
Ülkesi’ne götürdü. Oğuz Kağan burada da çok düşmanla vuruştu. Düşmanı yendi. Bu
ülkeyi de yurduna ekledi. Geri döndü.
Oğuz Kağan’ın yanında ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı
ihtiyar bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir adamdı. Oğuz Kağan’ın veziri idi.
Adı “Uluğ Türk” idi.
Uluğ Türk günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş
ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok
da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk uyandıktan sonra, düşte gördüklerini Oğuz
Kağan’a anlattı
- “Ey Kağanım,” dedi. “Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı,
düşümde gördüğümü yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin.” Oğuz Kağan, Uluğ
Türk’ün sözlerini beğendi. Öğüdünü dinledi. Oğullarım topladı. Şöyle dedi:-
Gönlüm av diliyor. Kocadım. Kuvvetim kalmadı. Gün, Ay ve Yıldız; siz Doğu
tarafına varın. Gök, Dağ ve Deniz; siz Batı tarafına varın…
Bunun üzerine Oğuz Kağanın oğullarının üçü Doğu tarafına,
üçü de Batı tarafına gitti. Gün, Av ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar
avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Yayı aldılar. Babaları Oğuz
Kağan’a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Yayı üç parça etti ve dedi ki :
- “Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun…”
Gök. Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan
sonra yolda üç gümüş ok buldular. Okları aldılar. Babaları Oğuz Kağan’a
verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Okları küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:
- “Ey küçük kardeşler, bu oklar sizin olsun…”
Oğuz Kağan bundan sonra ulu kurultayı toplantıya çağırdı.
Halkı da davet etti. Büyük meşveret edildi. Oğuz Kağan yurdunu oğullarına pay
etti. Onlara verdi. Dedi ki :
- ” Ey oğullar ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok
attım. Çok ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım . Dostlarımı güldürdüm. Gök
Tanrı’ya borcumu eda ettim. Sizlere de yurdumu veriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder